FATİH ERBAKAN, 2022-2023 EĞİTİM ÖĞRETİM DÖNEMİ DOLAYISI İLE BİR AÇIKLAMA YAPTI
EğitimYeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, 2022-2023 Eğitim Öğretim dolayısı ile bir mesaj yayımladı,
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan 2022-2023 Eğitim Öğretim dolayısı ile yayımladığ ımesajı şöyle;
"Aziz Milletimizi Saygı, Hürmet ve Muhabbetle Selamlıyorum,
12 Eylül 2022 itibarıyla başlayan olan yeni eğitim ve öğretim döneminin, sayıları 27 milyonu bulan ilköğretim, ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerimiz ile 1,5 milyonun üzerindeki eğitimcimiz, akademisyenimiz ve idari personelimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Yeni eğitim-öğretim dönemimiz, önemli bir ekonomik bunalımın gölgesinde başlamaktadır. Ülkemizde neredeyse her türlü ihtiyaç malzemesinin 2021 yılına göre en az %200 - %300 oranında zamlandığı bir ekonomide, velilerimizin ve öğretmenlerimizin geçim derdini oldukça derin hissettiği bir ekonomik ortamla birlikte yeni bir döneme başlıyoruz. Bugün burada, Milli Eğitimin ve Yükseköğretimin daha nasıl ileriye götürüleceğinin tartışılmasının gerektiği bir ortamda, velilerimiz için en temel ihtiyaçlardan, ülkemiz içinse en stratejik yatırımlardan olan eğitimin mali yüklerinden konuşmak durumunda kalıyoruz. Eğitimde, neredeyse her ürünün 2 katına, 3 katına çıktığı bir ortamda, ne velilerimizin ve eğitimcilerimizin maaşlarında aynı oranda bir iyileştirme olmuş, ne de okul bütçeleri gerçek enflasyon oranında artırılmıştır. Arada oluşan bu fark, velilerimizin sırtına yüklenmiş durumdadır. Her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığı, okullara bütçe verildiğini ve zorunlu bağış toplanmadığını ilan etmiş olsa da uygulamada durumun bu şekilde olmadığını kendileri de gayet iyi bilmektedir. Bakanlık, bu ifadeleri kullanmakla birlikte, adeta devekuşu gibi başını kuma gömerek velilerimizin yapmak zorunda kaldıkları bağışları görmezden gelmektedir. Çünkü Bakanlık gayet iyi bilmektedir ki, bu yönetim anlayışı nedeniyle, bu bağışlar olmasa okulların tahsis edilen bütçe ile yönetilmesi mümkün değildir.
Bu hayat pahalılığında, gönülleri büyük cüzdanları küçük kıymetli öğretmenlerimiz ise 1000 TL, 2000 TL maaş artışı elde edebilmek için bir sınav maratonu içerisinde var olma mücadelesi veriyorlar. Bildiğiniz üzere, içinde bulunduğumuz yılın Şubat ayında çıkarılan Öğretmenlik Meslek Kanunu uyarınca Uzman Öğretmenlere 1000 TL, Başöğretmenlere ise 2000 TL tutarında maaş artışı öngörülmüş ve bu unvanlar sınava bağlanmıştır. Yeniden Refah Partisi olarak bu hususta gerekli açıklamaları kıymetli basın mensuplarımızla ve kamuoyuyla paylaştık. Öğretmenlerimizin derhal %150 oranında bir maaş iyileştirmesinin ardından, sınav odaklı olmaktan öte, sınav başvuru şartlarında aranan “Mesleki Çalışma Belgeleri”ne dayalı olarak geliştirilmiş bir puanlama sistemi ile “uzman öğretmenlik” ve “başöğretmenlik” verilmesi önerisinde bulunduk. Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun ivedi olarak hak ve meslek itibarını önceleyerek revize edilmesi gerektiğini ifade ettik. Bu hususta iktidara, öğretmenlerimize kulak vermelerini, öğretmenlerimizle empati kurmalarını tavsiye ediyoruz.
Öyle bir Milli Eğitim Sistemi düşünün ki son 20 yılda, 7 defa Bakan ve 15 defa Milli Eğitim Sistem Değişikliği gerçekleşmiş. Bakan başına 2 defa sistem değişikliği düşüyor. Kıymetli öğretmenlerimiz, eğitim sisteminde sürekliliğin sağlanamamasından doğan bu zorlukları üstlenmişler. Bunun yanı sıra, öğretmenlerimizin derin ekonomik sıkıntılarla mücadele ettiklerinin farkındayız. Ayrıca aileyi odağına almış bir atama/tayin sistemi olmadığı için ailelerinden çok uzakta görev yaptıklarını gayet iyi biliyoruz. Bu dört önemli arıza “1- Sistemde istikrarsızlık, 2- Ekonomik bunalım, 3- Ailenin bir araya getirilememesi, 4- Hak, Adalet ve Meslek itibarının sağlanamaması” giderilmedikçe, öğretmenlerimizin temel sorunlarının çözümü asla mümkün değildir.
Geçen hafta gerçekleştirilen atama ile çeşitli branşlarda 20 bin yeni öğretmenimizin ataması yapılmıştır. Ancak bu rakam, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2 yıl önce hesaplamış olduğu kamudaki en az 150 bin öğretmen açığından oldukça uzak kalmış ve ataması yapılmayan öğretmenlerimiz açısından hayal kırıklığına sebep olmuştur. Kamunun ihtiyacı olan en az 150 bin öğretmenin atanması için ivedi bir plan ortaya konmalı, ayrıca emekli olan öğretmen sayısınca ek atamalar yapılmalıdır. Bu atamalarda, öğretmenlerimizin atama süreçlerinde Ehliyete ve Liyakate Dayalı, Denetlenebilir, Tarafsız ve Şeffaf bir sistem tesis edilmelidir.
Kamuoyuna yansıyan haberlere göre, 2021 yılında 1250 TL olarak belirlenmiş olan eğitime hazırlık ödeneğinin 2022 yılı için 1350 TL olarak belirleneceği dillendirilmektedir. Kırtasiye masraflarının %200 - %300 arttığı bir ekonomide, %8’lik artışa tekabül eden 1350 TL gibi bir ödeneğin öğretmenlerimizin hazırlık ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir. Bu ödeneğin, gelişen ekonomik koşullar da göz önüne alınarak tüm öğretmenlerimiz için asgari ücret tutarına endekslenmesi gerektiği görüşündeyiz.
Kurulduğumuz 2018 yılından bu yana, Sayın Cumhurbaşkanını ve Ak Parti Hükümetini Milli Eğitimin ve kıymetli öğretmenlerimizin sorunlarıyla ilgili olarak altını çizerek ve çözüm önerilerimizi sunarak defaatle uyardık. Maalesef, Milli Eğitim ve Öğretmenlik Mesleği ile ilgili gerekli adımların atılamadığını ifade etmek istiyoruz. Şimdi vereceğim rakamlar eğitim sistemimizin ne denli yetersiz ve öğretmenlerimizin sorunlarını çözmekten uzak olduğunu göstermektedir.
Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında 5 ile 14 yaş aralığında olan (2021 yılında 25-34 yaş) yetişkin gençlerimizin %41’i ortaöğretim mezunu bile değildir. Bu gençlerimiz acaba okudukları okullarda meslek sahibi olup istihdam oldular da ondan mı okumadılar diye araştırdığımızda ise karşımıza oldukça ilginç bir istatistik çıkmaktadır. Bu gençlerimizin sadece %25’i 2 yıldan az sürede iş bulabilmiştir. Daha açık bir ifade ile bu gençlerimizin %22’si 2-3 yıl arasında, %17’si 4-5 yıl arasında, %36’sı ise 5 yıldan daha uzun sürede iş bulabilmiş veya istihdam olamamıştır. Mevcut durumda, ülkemizde ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı %32 seviyesindedir. Bu oran, OECD ülkelerinde %15 seviyesindedir.
Ülkemiz, 3-5 yaş aralığında erken çocukluk eğitimine katılım oranının en düşük olduğu OECD ülkesidir. 15-19 yaş aralığında ise en düşük okullaşma oranına sahip OECD ülkesidir.
Ülkemiz, 25-29 yaş aralığında en yüksek yükseköğretime katılım oranına sahip OECD ülkesidir. Bu yüksek rakam, en yoğun eğitimin yetişkin gençlerde olduğunu, iş bulamayan üniversite mezunlarının bir umutla eğitim almaya devam ettiklerini ve en önemlisi, eğitime ulaşma imkanına sahip olanların yüksek lisans, doktora gibi uzmanlık eğitimlerini alabildiklerini, dolayısıyla maddi imkan ile nitelikli eğitim alabilmek arasında güçlü bir bağlantının olduğunu göstermektedir. Bu rakamlar, okul öncesinden doktora eğitimine kadar her kademede, maddi gücü olanın eğitime erişim sağlayabildiğini, dolayısıyla eğitimde fırsat eşitsizliklerinin derinleşmiş olduğunun bir göstergesidir.
Ülkemiz, öğretmen maaşları açısından her kademede OECD ortalamasından oldukça geridedir. Son yaşanan enflasyon artışlarından önce yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de öğretmen maaşları, OECD ortalamasına göre %40 oranında daha düşüktür. Son bir yılda ülkemizde yaşanan %150’lik enflasyon ve kurlardaki artış, bu farkın dramatik olarak daha da açılmasına sebep olmuştur.
Ülkemiz, K-12 için OECD ülkeleri arasında 5723 dolar ile en az harcama yapan ülke olup, bu rakamın OECD ortalaması 11680 dolardır. Bu harcamanın önemli kısmı okul binaları ve eğitim materyallerine harcanmaktadır. Doğrudan öğrencilere yapılan harcamalar ise bu bütçenin %5’lik seviyesini ancak oluşturmaktadır. Görülmektedir ki milli eğitime harcanan bütçe, asıl sahibi olan evlatlarımıza değil, adrese teslim ihaleler yoluyla imtiyazlılara aktarılmaktadır.
Üniversitelerimize geçmeden önce, milli eğitimle ilgili önemli gördüğümüz bir başka husus ise özel eğitim kurumları ve bu kurumlarda çalışan öğretmenlerimizdir. 2020 ve 2021 yıllarında 938 özel okul kapanmış, 882 özel okul el değiştirmiş ve yaklaşık 5 bin öğretmen işsiz kalmıştır. Üstüne üstlük içinde bulunduğumuz 2022 yılında da çok sayıda okulun kapandığına veya devredildiğine şahit oluyoruz. Bu kapanma ve devirlerin bir sonucu olarak; özel okulların 300 binin üzerinde öğrenci kaybına uğradığı bilgisine sahibiz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın istihdam ve eğitim-öğretim hizmetleri bakımından önemli bir yükünü üstlenmiş olan özel okulların birçoğunun, gelecek birkaç yıl içerisinde iflas etme riski ile karşı karşıya olacağını öngörmekteyiz. Bu durumda özel okullarda okuyan öğrencilerimiz sıkıntılar yaşayacak, çalışan öğretmenlerimiz ise işsiz kalacaktır. Milletimizin büyük bir kesiminin olumsuz etkileneceği bu tehlike ile ilgili olarak, İktidarı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı uyarıyor ve tedbir alınması hususunda çağrıda bulunuyoruz.
Ocak 2022 öncesinde asgari ücretin üzerinde ücret alan özel okul öğretmenlerimizin, ekonomideki bozulma ve yüksek enflasyon nedeniyle Ocak 2022 itibarıyla maaşlarının asgari ücret seviyelerine gerilemiş olduğuna şahit oluyoruz. Yeterli olmamakla birlikte, kamuda çalışan öğretmenlerimizin maaşlarında bir iyileştirme söz konusu iken, özel okullarda çalışan öğretmenlerimizin maaşları geriye gitmiştir. Endişemiz odur ki, özel okullarda taban maaş uygulamasına geçilmezse, özel okullardaki öğretmen maaşlarının gelecek dönemlerde asgari ücretle eşitleneceğini hatta altına düşeceğini öngörüyoruz. Nitekim okul öncesi hizmetlerini veren birçok okulda asgari ücretin oldukça altında tutarlarla öğretmenlik mesleğini icra etmeye çalışan çok sayıda öğretmenimizin bulunduğunu üzülerek görüyoruz. 2022 yılı itibarıyla özel anaokulu, ilkokul, ortaokul ve liselerde çalışan yaklaşık 166 bin; diğer kurs ve okullarda çalışan yaklaşık 77 bin öğretmenimiz, Öğretmenlik Meslek Kanunu kapsamına alınmalı ve taban maaş uygulamasına geçilmelidir.
YÜKSEÖĞRETİM (ÜNİVERSİTELER)
Eylül ve Ekim aylarında üniversitelerimizin yeni akademik yılı açılacaktır. Ülkemizde 129’u Devlet, 76’sı Vakıf olmak üzere 205 üniversite bulunmaktadır. Öncelikle yeni akademik yılın akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz için başarılı geçmesini diliyorum.
Maalesef üniversitelerimizin performanslarının uluslararası ölçütlere göre ilerleme gösteremediği, aksine gerilediği görülmektedir.
Ülkemizde üniversite sayıları son 20 yılda iki katından daha fazla artırıldığı halde, her yıl dünyada ilk 1000’e girebilen üniversite sayısı 2 veya 3’ü geçememektedir. Bu sıralamalarda üniversitelerimizin genel olarak değil, bazı fakülte veya bölümleri bazında ilk 1000’e girebildiği görülmektedir.
Bilindiği üzere üniversiteler, beşeri sermayenin üretildiği merkezlerdir. Bu merkezlerin, bilimsel yayın ve patent gibi somut çıktılarının olması, sosyal ve ekonomik yaşama katkılarının olması beklenmektedir. Bilimsel yayın bakımında üniversitelerimizde yıllık olarak, 10 akademisyene 3 adet uluslararası bilimsel yayın düşmektedir. Bu yayınlara, farklı akademisyenler tarafından yapılan atıf sayısı ise 1’in altında gerçekleşmektedir. Patent sayılarında ise 205 üniversiteden en az 1 patentini ticarileştirebilen üniversite sayısı 23 üniversite ile sınırlı kalmıştır. 23 üniversitenin 2020 yılı itibarıyla toplam ticarileşen marka sayısı 117 gibi düşük bir seviyede kalmıştır. Dünya genelinde en fazla patent başvurusunda bulunan ilk 2800 kurum içerisinde ülkemizden sadece 5 üniversite yer alabilmiştir. Toplam patent başvurusu ve patent başvurularını ticarileştirebilme gibi ölçütler bakımından 182 üniversitenin sıfır çekmiş olması, yükseköğretimin hazin durumunu yansıtmaktadır.
Son 10 yıla bakıldığında, üniversite bütçelerinin Gayrisafi Yurtiçi Hasılaya oranı %1’in altında gerçekleşmiştir. Bu oran 2021 yılı için %0,80 olarak gerçekleşmiştir. Üniversitelerimizin, Merkezi bütçeden aldığı pay ise önceki 10 yıla göre yaklaşık 1 puan düşüşle %3,37 olarak gerçeklemiştir. Buradan üniversitelere araştırma projeleri gibi önemli çalışmalar için gerekli kaynağın aktarılamadığı açıkça görülmektedir. Yükseköğretim kurumlarında öğrenci başına yapılan harcama bakımından, ülkemiz OECD ülkeleri arasında 31. sırada olup, sadece Litvanya, Şili, Meksika, Yunanistan ve Kolombiya’yı geçebilmiştir. Üniversitelerdeki eğitim kalitesinin bir göstergesi olan “uluslararası tercih edilirlik” bakımından değerlendirme yapıldığında, OECD ülkeleri arasında ülkemiz yabancı öğrenci bakımından maalesef son sıralardadır. En düşük gelir düzeyine sahip ülkelerden gelen uluslararası öğrenci oranının ise en yüksek olduğu OECD ülkesi Türkiye’dir.
Burada bahsetmiş olduğumuz istatistikler, üniversitelerin sayıca artırılmış olmasının akademik başarıyı ve beşeri sermayeyi doğurmadığının önemli göstergeleridir. Türkiye’nin nicelik olarak üniversite sayısını artırmış olmasına rağmen nitelik olarak geri planda kalması, aynı zamanda nitelikli bir yükseköğretim politikası olmadığının da göstergesidir. Son dönemde, üniversitelerde yaşanan bilimsellikten, liyakatten ve akademik teamüllerden uzak rektör atamaları, bu rektörlerin yeğenlerinin akademik ve idari kadrolarda liyakate bakılmaksızın istihdam edilmeleri, sahte diploma ve sertifika gibi skandalların yaşanması üniversitelerin denetlenmesindeki eksiklikleri gözler önüne sermektedir.
Üniversitelerdeki diğer bir denetimsizlik örneği ise vakıf üniversitelerinin eğitim ücretlerinde görülmüştür. Bazı vakıf üniversitelerinin %250’ye varan artışlar yapmasına YÖK’ten bir ses çıkmamıştır. Bilinçli birkaç öğrencinin konuyu hukuk zeminine taşımasıyla birlikte artış oranı %79 seviyesine gerileyen vakıf üniversitesi eğitim ücretleri söz konusudur. Konut kira artışlarını %25 ile sınırlayan iktidarın, ülkemizin en önemli ve stratejik yatırımı olan eğitim için benzer bir düzenlemeyi özel okullar ve üniversiteler için getirmemiş olmasını, halen akıllarındaki beton ve çimento sevgisine bağlıyoruz. Halbuki bu ülkeyi beton ve çimento değil, eğitim sistemimizin ürettiği nitelikli çıktılar düze çıkaracaktır. Eğitim sisteminin çıktısı olarak yetişen beşeri sermayemizin, üretime katma değer olarak aktarılamaması sebebiyle ülkemiz, 1 kilogram bilgisayarı 600 dolardan, 1 kilogram akıllı telefonu ise 2000 dolardan ithal etmektedir. Buna karşın ithal girdilerin de kullanılması nedeniyle, ülkemizde ürettiğimiz elektrik-elektronik eşyadan 1 ton ihraç ettiğinde 1 kg bilgisayar veya 1 kg akıllı telefona denk gelmektedir. 2014 yılında 1 kilogram ihracatımızın dolar karşılığı değeri 1,59 dolarken, 2020 yılında 1,09 dolar, 2021 yılında 1,26 olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlar 2021 yılında Japonya’da 4 dolar, Almanya’da 3,7 dolar, Güney Kore’de ise 2,54 dolar olarak gerçekleşmiştir. Üretimde katma değerin en önemli ve vazgeçilemez bir unsuru olan beşeri sermayenin, üniversitelerimizin AR-GE çalışmaları ile mümkün olabileceği göz önünde bulundurulduğunda, üniversitelerimizde bu hedeflerden oldukça uzak bir eğitim-öğretim ve AR-GE iklimine sahip olduğumuzu üzülerek görüyoruz.
Üniversitelerin sayılarında yaşanan artışla birlikte üniversite bölüm ve kontenjan sayılarında da artış olmuştur. Mesleki ve teknik eğitimdeki plansızlık ile üniversitelerin sayı ve kontenjanlarındaki plansız artışla birlikte 1,5 milyon üniversite diplomalı işsiz gencimiz oluşmuştur. Genç işsiz sayısı 10 milyona ulaşmış, bazı bölgelerde %50 oranına çıkmakla birlikte, genç işsizlerimizin ortalaması %40 seviyelerine ulaşmıştır. Kontenjanlarını dolduramayan üniversiteler için bu yılki üniversite giriş sınavlarıyla birlikte birçok bölüm ve programda barajın kaldırılması söz konusu olmuştur. Yükseköğretim Kurumu’nun plansız açtığı bölümlerin elinde kaldığını çok iyi biliyoruz. Bu bölümleri doldurmak için yapılan bu uygulamanın sonuçlarını ise tahmin etmek güç değildir. İşsizlik rakamlarındaki artışı ötelemek amacıyla alınmış olan bu kararın yıkıcı etkileri olacağı hususunda hükümeti uyarıyoruz. Mesleki ve Teknik Eğitim ile ilgili eylem planlarının ve yatırımların adeta altını oyan bu uygulamaya Milli Eğitim Bakanı’nın kamuoyuna yansıyan herhangi bir yorumunun veya itirazının olmamasını ise hayretle karşılıyoruz. Baraj uygulamasının kaldırılması kararını, üniversitelerimizi bilim merkezleri olarak değil de birer dumansız fabrika olarak gören anlayışın bir tezahürü olarak görüyoruz. Üniversitelerimizin çevresinde bilim merkezleri ve AR-GE şirketleri yerine kafeler ve 1+1 daireler türemiştir. Yeniden Refah Partisi olarak buradan hükümete sesleniyoruz: “Üniversiteleri şehrin ekonomik dinamosu olarak görmek günü kurtarmaktan öte bir politika olmayıp, geleceğimize ümitsizliği ve mesleksizliği ekmektir. En önemli stratejik kaynağımız olarak gördüğümüz gençlerimizi bu gibi kısır ve gündelik politikalara heba etmenizi kabul etmiyoruz. 1,5 milyon üniversite diplomalı işsiz gencimize yeni 1,5 milyon daha ekleyecek bu uygulamadan derhal geri dönülmelidir.”
Üniversitelerin sayı ve kontenjanlarındaki artışla birlikte yurt ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesindeki sorunlar da giderek görünür hale gelmiştir. Ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik darboğazla birlikte bu sorunların velilerimiz ve öğrencilerimiz tarafından yönetilmesi oldukça güç hale gelmiştir. Mevcut ekonomi ortamında harçlar da dahil olmak üzere çoğu ihtiyacı karşılamak neredeyse imkânsız olmuştur. Üniversite öğrencileri için barınma, yemek, ulaşım, kitap, kırtasiye, kültürel etkinlikler vb. harcamalar açısından da önemli fiyat artışları söz konusudur. Velilerimizin gelirlerinin ve öğrencilerimizin aldığı burs ve kredilerin bu harcamaları karşılayabilmesi mümkün görünmemektedir. Bu nedenle ikinci öğretimler için üniversite harçlarının asgari ücretin 1/20’si oranına düşürülmesi, kamu ve yarı özel yurt ücretlerinin öğrencilere verilen bursların 1/5’i oranına sabitlenmesi, öğrencilere üç öğün yemeğin ücretsiz verilmesi, üniversiteler bünyesindeki toplu taşıma araçları ile öğrenci yurtları arasında ücretsiz ring hizmetlerinin sunulması, yurt kapasitesinin daha fazla öğrenciyi barındıracak şekilde artırılması gibi desteklerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Buradan üniversitelerimizde görev yapan akademisyenlerimizin sorunları ile de ilgilendiğimizi ifade etmek istiyoruz, başta 50/d araştırma görevlisi kadroları, keyfe keder kadro ilanları, ders yükünün yüksekliği nedeniyle araştırmaya zaman ayıramama, diploma denklik sürecindeki hantallık ve doçentlik sınavlarındaki sübjektif etik değerlendirme sorunları başta olmak üzere önemli sorunlarınızın takipçisi olduğumuzu bilmenizi istiyoruz. Üniversitelerin düşünce merkezleri olduğunun bilinci ile daha bağımsız hale getirilmesi için YÖK’ün kapatılması da dahil olmak üzere birçok seçeneği, iktidarımızda sizlerle birlikte değerlendireceğiz ve uygulamaya geçireceğiz. Rektör ve Dekan atamalarını keyfi olmaktan kurtaracağız. Yurtiçi ve yurtdışı akademik etkinliklerinizi ve araştırma projelerinizi daha fazla destekleyeceğiz. Akademisyenlerimizin maddi imkânsızlıklarının da farkındayız ve iktidarımızda akademisyen maaşlarını gelişmiş ülke seviyesine getireceğimizi taahhüt ediyoruz. Ayrıca buradan iktidara sesleniyoruz. Öğretmenlerimize verilen eğitime hazırlık ödeneği, akademisyenlerimize de verilmelidir. Burada, öğretmenlerimizle eşit olarak, akademisyenlerimize de akademik yıl başlangıcında bir asgari ücret tutarında ödeme yapılmasını teklif ediyoruz.
Buradan, üniversitelerini birincilikle bitiren gençlerimize de bir müjde vermek istiyorum. İktidarımızla birlikte, üniversitesini birincilikle bitiren öğrencilerimizi sadece bir plaketle uğurlama uygulamasından vazgeçeceğiz. Üniversitesini birincilikle tamamlayan her öğrencimizi, mezun olduğu bölümde “araştırma görevlisi” olma hakkını vererek ödüllendireceğiz. Gençlerimizin tamamını bağrımıza basacağımızı ve bu ülkenin gelişmesi ve ilerlemesi için birlikte çalışacağımızın sözünü veriyoruz. Başta istihdamın desteklenmesi ve gençlerimizin kendi işlerini kurması olmak üzere, birçok yatırımı, desteği, hibe ve teşvik sistemini hayata geçireceğiz. Geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin hayallerini başka ülkelerde değil, özgür ve kendine güvenen bireyler olarak kendi ülkelerinde gerçekleştirmelerinin her zaman en önemli destekçisi olacağız.
Bizler Yeniden Refah Partisi olarak, öğretmenlerimizin, akademisyenlerimizin, öğrencilerimizin ve velilerimizin sorunlarını ve bu sorunların çözümlerini gayet iyi biliyoruz. Güzel ülkemizde, hiçbir sorunun çözümsüz olmadığını, sadece liyakatli, basiretli, kararlı, dürüst ve inançlı yöneticilere ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Yeniden Refah Partisi iktidarında, milletimizde el ele vererek liyakatli kadroları göreve getireceğiz ve sorunlarımızı hızla çözeceğiz. Bu konuşmamda iktidara sunmuş olduğumuz çözüm önerilerimiz, kendi iktidarımızda yapacaklarımızın sözüdür, teminatıdır. 50 yıllık Milli Görüş tecrübemizle, iş bitirme belgelerimizle iktidara geleceğiz ve milletimizin yüzünü yeniden güldüreceğiz."
İlginizi Çekebilir