Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve davamhaber.com yazarı Sayın Doğan Bekin'in 22 Ağustos 2014' de kaleme aldığı makalesi. Günümüze ışık tutan Sayın Bekin Bey'in makalesini bugün sizler için yeniden yayımlıyoruz...
Suriye ve Irak politikalarında uç veren diğer tüm seçeneklerini yitirmiş durumda olan Amerika, malumun ilamı ile radikal çıkarları uğruna yüksek beklentiler yaşatarak farklı etnisiteleri harekete geçirip “meflûç” politikalarına alet etmeye çalışmasının gerisinde “pestenkeranî” düşünceler dizisi yer almaktadır. Amerika, Irak’ta Yezidi ve Şebek (Şabak) vasıtasıyla yeni etno-dini (ethno-religious) grupların Ninova’ya bağlı Sincar ve Şeyhan’da, bir tür yeni güç dengeleri oluşturarak Irak’taki yeni politikasını beş kör noktaya yaymaya çalışmaktadır. Böylece Kerkük’ten sonra Musul’un da daha rahat kontrol altında tutulmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Geçmişte 36. Paralel vasıtasıyla Irak Kürtlerini koruma altına alan Amerika, konjonktür gereği 35. Paralelde yer alan Kerkük’ü ise yeni çatışma merkezi haline dönüştürmeye çalışarak koruma alanı dışında tutmuştur. Bundan amaç, Kerkük’ü yeni çatışma politikalarının merkezi haline getirerek, Iraklı muhalifleri harekete geçirmek suretiyle Irak’ı içten içe çökertme planları yapmıştır. Nitekim Kerkük’te yaşayan Türkmen, Arap ve Kürtler arasındaki sorunlar gitgide daha da derinleşmeye yüz tutmaya başlamıştır. O dönemde, Celal Talabani’nin Kerkük’ü Kürtlerin Kudüs’ü olarak ilan etmesi ve son dönemde Peşmergelerin Kerkük’e hâkim olma çabaları Amerika’nın petrole dayalı politikasının ürünüdür.
DEAŞ militanlarının Saddam Hüseyin dönemi Kürtlere uygulanan Kuzeye doğru zorunlu göç politikasının bir benzerini uygulamaya koyarak, Mahmur Kasabası’na yönelmesi ve akabinde Sincar ve Şeyhan’daki Yezidi ve Şabaklara yönelik göçe zorlayan politikaların içerisine girmesi ve Amerika’nın hava desteğiyle bunu durdurmaya çalışması düşündürücü olsa gerek. Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında faaliyet gösteren Mahmur Kampı, aslında yıllardan beri PKK ve PYD üst düzey yöneticilerinin siyasi faaliyet yaptıkları ve PKK’ya elaman kazandırdıkları en önemli bir üs niteliğindedir. Burada PKK ve PYD militanlarının Peşmergeden daha çok işe sahiplenip bu bölgeyi koruma altına almak için ön saflarda DEAŞ militanlarıyla çatışmaya girmesi bu nedenledir. Mahmur Kasabası’nın kaybedilmesi demek, PKK ve PYD’nin Irak’taki en önemli lojistik merkezlerini kaybetmeleri sonucu önemli kan kaybına neden olabilirler. Amerika’nın büyük telaşla DEAŞ’ın buradaki ilerleyişini durdurması ve hava operasyonuyla destek vermesi, PKK ve PYD unsurlarına yönelik yeni siyasi işbirliği adımların başlangıç olabilecek niteliktedir.
Diğer önemli hamle ise, Sincar ve Şeyhan Bölgelerinde yaşayan Yezidi ve Şabaklara yönelik politikalardır. Daha önce Kerkük’ü Kudüs ile eşdeğer gören Celal Talabani gibi, Mesut Barzani de benzer şekilde geçmişte Musul’a yönelik demeçleriyle dikkat çekmektedir. Barzani, Yezidiler üzerinden Musul politikasında söz sahibi olmaya ve Musul’u Kürt Bölgesi’ne ilhak etme ideali vardı.
Şöyle ki, Yezidilerin bir kısmı Barzani’nin kullandığı Kurmançi lehçesini, bir kısmı da Arapça konuşmaktadırlar. Şabaklar da ise yaygın dil kullanımı Arapça’dır. Yezidilere yönelik uygulanmaya çalışılan yoğun Kürtleştirme politikaları ve “Ezidi” gibi çeşitli yakıştırmalar olsa da, çoğunluğu bunu reddetmektedirler. Yezidiler, kendilerini Kürtlerden farklı addetmektedirler. İnsan Hakları İzleme (Human Rights Watch)’ye göre de, farklı etnik kimlik olarak belirlenmişlerdir. Bütün dünyada bu “etno-dini” grup Yezidi olarak tanımlanırken, Türkiye’de ise Sayın Erdoğan başta olmak üzere, birçok yazılı ve sözlü medyanın da Barzani ve HDP Genel Başkanı Demirtaş’ın ağzıyla “Ezidi” sözcüğünü telaffuz etmeleri manidar olsa gerek.
Yezidilerle ilgili her ne kadar farklı düşünceler ortaya atılmış olsa da, 1074-1162 yılları arasında yaşayan ve Laleş’te olduğuna inanılan ve her yıl türbesi ziyaret edilerek hac farizası yerine getirilen Şeyh Adiy bin Musafir bin Ismail bin Musa bin Mervan bin el-Hasan bin Mervan’ın kurmuş olduğu Adeviyye Tarikatının daha sonra çeşitli değişimlere uğrayarak, Hristiyanlık, Musevilik ve pagan inanışlar dahil birçok dini unsurları kozmopolite ederek bünyesinde konsolide eden ve ibadet ve ritüelleri pagan kültüyle ortaya çıkmış eklektik bir inanç kültüdür.
İngilizler, Osmanlı döneminde Yezidilere çeşitli vaatlerde bulunarak Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlemişlerdir. Ünlü İngiliz arkeolog Gertrude Bell, 17 Ağustos 1917’de Yezidi Dinadiye Aşireti Reisi Hemo Şero’yu ikna ederek, Yezidilerin İngiliz emrine girmesini sağladı. Yezidiler, İngilizlerden aldıkları talimatlarla, telgraf hatlarına zarar vererek Osmanlı Devleti’nin iletişimini felce uğratıyorlardı, Benzer şekilde Bağdat Demiryolu Hattı’nın Nusaybin bölümünü de birkaç kez havaya uçurdular. Bunun üzerine, 10 Eylül 1918’de Osmanlı kuvvetleri Yezidilerin üzerine yürüdü. İngilizler ,Mondros Anlaşması’ndan altı gün sonra 5 Kasım 1918’de Musul’a girerlerken, Albay Gerard Leachman ve Albay Nalder ile birlikte Yezidi İsmail Beg de yanlarında yer alıyordu. Daha sonra aynı troyka, Tell Afar ve Sincar’a birlikte giderek Osmanlı Garnizonu’nu teslim aldılar. İngilizler, Gertrude Bell vasıtasıyla Yezidilere vadettiği birçok şeyi yerine getiremedi. İngilizler, bir tek Sincar’da Yezidilerden bir meclis oluşturarak başına Hemo Şero’yu atadılar. Yezidilerin önde gelen simalarından İsmail Beg, kız kardeşi Prenses Mayan Hanım ve oğlu Tahsin Beg, uzun yıllar İngilizlerin Irak’taki önemli payandası olarak faaliyet yürüttüler.
Şu anda da Amerika, geçmişteki İngilizlerin uyguladığı benzer politikalarla, Yezidiler üzerinden Musul ve Ninova üzerinde etkinlik oluşturmaya çalışmaktadır.
Yorum Yazın