Reklamı Geç
SATILIK HABER SİTESİ
Dr. Mücahit Yıldırım

Dr. Mücahit Yıldırım

Mail: [email protected]

TOPLUMUN RUHUNA SIZAN TEHLİKE:İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

Tarihe yön veren şehirlerin başında gelir İstanbul. Dünya tek bir ülke olsa başkentinin İstanbul olacağı söylenen Aziz İstanbul. Uğruna nice hayatlar feda edilen, el değiştirdiğinde dünyayı sarsan ve çağ açıp çağ kapatmaya haiz sıfatları ile tarihin akışını değiştire şehir. Nihayetinde müjdelenen ve bu müjdeye nail olabilmek için yollarına düşülen şehirlerin efendisi.

Elbette dünya tarihinde bu kadar öneme haiz olan bir şehrin yaşadıkları ve yaşattıklarıyla zihinlere ve gönüllere kazınmasının yanı sıra tarihin not defterine düştüğü sayısız anekdotlara ulaşmak mümkün. İşte İstanbul şehrinin tarihi düştüğü notlardan bir kısmını da ev sahipliğini yaptığı antlaşmalar oluşturmaktadır. Bu antlaşmaların şüphesiz İstanbul’un hâkimine olumlu-olumsuz getirileri ve götürüleri olmuştur. Ve maalesef hala da olmaya devam etmektedir. 

Şuana kadar İstanbul Antlaşması adı altında 13 adet antlaşma imzalanmıştır. Osmanlı ile İran arasında imzalanan İstanbul (Ferhat Paşa) Antlaşması (1509), Rus Çarlığının bağımsızlığının kabul edildiği İstanbul Antlaşması (1700), Anadolu yolunun Rusya’ya açıldığı İstanbul Antlaşması (1724), Belgrad’ın elimizden çıktığı İstanbul Protokolü (1862) ve Bulgaristan’ın kazanımlar elde ettiği İstanbul Antlaşası (1913) bunlardan birkaçı. 

Fakat belki de etkisi ve sonuçları açısından en tahripkâr olanı 2012 yılında Türkiye tarafından onaylanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesidir. Direkt olarak toplumun temelini hedef alan ve ana alterine dinamit koyan İstanbul Sözleşmesi, toplumun ruhuna sızarak kaleyi içten fethetme görevi görmektedir. 

Toplumsal cinsiyet eşitliği adı altında hayatımıza sokulan ancak daha Türkçeye çevirisinde bile hatalarla başlayarak tamamen aileyi hedef alan İstanbul Sözleşmesine toplumun birçok kesiminden tepki gelmektedir. Bunca tepkiye duyarsız kalmak ise aynı zamanda aileye vurulan kamçıya el vermekten başka bir şey değildir. 

İslam öncesi ve sonrası Türk aile yapısının sağlamlığı toplumun geneline sirayet etmiş ve sağlam bir toplum yapısı ortaya çıkarmıştır. Tarihi ve kültürel açıdan geçmişe baktığımızda aile yapısının zarifliği ile övünerek yeni nesle örnekler vermekte, aile içerisindeki ayrıntıların sakladığı güzelliklerden övünç duymaktayız. Aile yapımızın sahip olduğu güzelliklerle dolu bir medeniyetin bakiyesi olduğumuzu her fırsatta haykırıyoruz ve bunun haklı gururunu yaşıyoruz. 

Ancak son iki yüz yıldır Türk toplumunun temelini teşkil eden aile yapısına karşı gerçekleşen saldırılar, günümüz dünyasında iyiden iyiye sınırsız bir hale gelmiştir. İşte İstanbul Sözleşmesi de aileye karşı gerçekleştirilen haçlı seferlerinin vücut bulmuş halidir. Nasıl ki Haçlı Seferleri Anadolu’nun kalbine hançer gibi saplanan ve birliğine kasteden bir düşman okuysa, İstanbul Sözleşmesi de toplumun kalbi olan aile yapısına saplanan bir düşman okudur.

Ayrı ayrı maddeleri incelendiğinde Türk İslam aile geleneğine aykırılıklarıyla dikkati çeken bu sözleşme üzerinde gerekli inceleme ve reddiyeler yapılması zorunludur. Zira en basitinden sadece beyan esaslı tek taraflı bir iddia bile birçok birlikteliğe son vermektedir. Gençliğin çok önemli olduğunu dile getirip şuurlu gençliğin heyecanı ve gururunu yaşama idealini belirttiğimiz şu zamanda gençliğin önüne böyle bir aile olgusu ve algısı koymak ne derece akıl ve vicdan tutulmasıdır, anlamak çok güç.  Yapılması gereken son derece basittir. Türk İslam geleneğine aykırılık içeren tüm sözleşme ve antlaşmalar tümüyle feshedilmelidir. Aileye, dolayısıyla topluma kast eden bu ve bunun gibi uygulamalar varlığını sürdürdüğü müddetçe millilikten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Zira ne kadar milli hayal ve hedeflerimiz olsa da sosyal hayatta yürürlükte olan kanunlar buna izin vermez. 

Unutulmamalıdır ki, aile biterse toplum da biter, medeniyet tasavvuru da biter. 
Milli bir kaygımız olacaksa bu kaygı Milli Aile anlayışı ile başlar.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar