Türk edebiyatının önde gelen hikâyecilerinden, şair, asker ve öğretmen Ömer Seyfettin, Bütün Hikâyeleri-2 kitabında PİÇ hikâyesiyle bugün yaşadıklarımıza ayna tutuyor.
Ömer Seyfettin, Osmanlı’nın Kuzey Afrika ve Orta Doğu’dan çekilmesinin ardından Mısır’da yaşadığı bir olayı anlatıyor hikâyede. Hikâye özetle şöyle:
İngilizlerin işgali altındaki Mısır’da yaşananlardan dolayı büyük bir üzüntü içinde olan Ömer Seyfettin, lokantada karşılaştığı Batılı giyimli birisinin kendisine dikkatli bakmasından huylanıyor. Adam yemeğini yedikten sonra yanına geliyor, “Beni tanıdın mı” diye soruyor.
Yakından bakınca okuldan arkadaşı olduğunu hatırlıyor ancak niçin böyle Batılı tarzda giyimli olduğuna anlam veremiyor. Şaşkınlığını anlayan arkadaşı, kendisine bir yerde birlikte kahve içmeyi teklif ediyor.
Adamla, Ömer Seyfettin arasında gittikleri mekânda şu diyalog geçiyor:
- Burada ne arıyorsunuz, gezmeye mi geldiniz?
- Hayır geçiyordum.
- Nereye?
- Bingazi’ye...
- Ooo kahramanlık ha… Tebrik ederim. Fakat boşuna çalışıyorsunuz. Artık orası yandı.
- Şapka giyen Türkler öyle sanırlar.
- Fakat azizim ben Türk değilim.
DIŞI AHMET NİHAT İÇİ PIERRE DUBOİS
Ömer Seyfettin, adamın okul yıllarındaki hâlini hatırlar ancak yine de “Türk değilim” demesine şaşırır. Bunun üzerine adam hikâyesini anlatmaya başlar. Adamın annesi hastanede Fransız bir doktora âşık olur, bir süre sevgili hayatı yaşar. O birliktelikten kendisi doğar.
Anne vefatından saatler önce gerçeği kendisine söyler ve gerçek babasının adını ve fotoğrafını oğluna verir. Zaten Fransa’da eğitim gören adam, annesinin cenazesini beklemeden Paris’e gider, gerçek babasını bulur.
Adını değiştirir, babasının adını alır, Pierre Dubois olur. Ömer Seyfettin, adamın yanından ayrılırken, İstanbul’da tanıdığı ve okul arkadaşı gibi olanları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirir ve “Acaba bunların hepsi PİÇ mi” diye sorar kendi kendine...
YAŞANANLAR BİRÇOK KİŞİNİN MASKESİNİ DÜŞÜRDÜ
İsrail’in iki aya yaklaşan soykırımı sırasında Türkiye’de yaşanan tartışmalar, tıpkı bu hikâyede olduğu gibi birçok kişinin maskesinin düşmesine neden oldu.
Türkiye, katliamı durdurmak ve barışı sağlamak için büyük çaba sarf ederken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a meseleyi “Din savaşına dönüştürmek istiyor” iftirası atılıyor.
İsrail’in katil Başbakanı Netanyahu ve bakanları, sapkın bir din anlayışıyla ve tahrif edilmiş Tevrat’a dayanarak vahşet saçarken, Erdoğan, bu çatışmaların bir din savaşına dönüşmemesi için, Hristiyan dünyasının lideri Papa ile ve diğer dinlerin ileri gelenleriyle görüşmeler yapıyordu.
Hristiyanlığın sapkın mezhebi Evangelizmin liderleri SiyoNazi terör örgütünün elebaşı Netanyahu’ya katliama devam etmesi için destek ziyaretinde bulunurken, Hamas’ın elindeki rehinelerin aileleri Erdoğan’a yardım mektubu gönderiyordu. ABD Dışişleri Bakanı Bilinken’ın, katliamın başladığı gün İsrail’e giderek, “Ben buraya Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak geldim” sözüne karşı Erdoğan, “Oraya Yahudi olarak değil, bir insan olarak gitmeliydin” diyerek, kimin din savaşı, kimin insanlık peşinde olduğunu dünyaya ilan etmişti.
Ömer Seyfettin’in okul arkadaşının adı Ahmet Nihat’tı. Bu yaşananlara bakınca, “İçimizde ne çok Ahmet Nihat varmış” demekten insan kendini alamıyor.
Facebook Yorum
Yorum Yazın