Reklamı Geç
SATILIK HABER SİTESİ
Halis ÖZDEMİR

Halis ÖZDEMİR

Mail: [email protected]

Bu Davanın Kime Yararı Var?

Dilipak'a İbretlik Dava

 

İbretlik dememin sebebi vatandaşlar tarafından; "Ak Parti döneminde Ak Partililerce mahkemeye verilen Ak Partili duayen gazeteci yazar fikir adamının mahkeme hikayesi" olarak görüldüğü içindir.

Günün hararetli ortamında gereksiz sertlik sonucunda açılan bir davadan bahsediyoruz.  Muhtemelen bu gün olsa Dilipak maksadını aşan cümleyi kurmaz, taraflar da dava açmazlardı. Diye düşünüyorum.
Zaman su gibi akıp gidiyor her gün her saat yeni gündem insanları meşgul ediyor. Bu hengamede Dilipak davası devam ediyor.

Abdurrahman Dilipak kendisi hakkında davanın açılması süreci ile ilgili olarak verdiği bilginin bir bölümünü sizlere arz ediyorum.

-"Bu konuda 3 ayrı kaynaktan savcılığa şikayetler vardı. TGC, LGBT’lileri aşağıladığım gerekçesi ile üyelikten ihraç kararı aldı. İtiraz ettim, ilk kongrede karar verilecek. Halkın Kurtuluş Partisi il ve ilçe teşkilatları suç duyurusunda bulundu, savcılık onları reddetti. AK Parti genel merkez, kadın kolları, milletvekilleri ve 81 il kadın kollarından ve KADEM’den şikayetler geldi. Şikayetler birleştirildi ve sonuçta İstanbul’da K. Çekmece 2. Asliye Ceza’da ceza davası açıldı, Ankara’da Tazminat davası açıldı. Ankara’daki ilk derece mahkemesi, AK Parti Genel Başkanlığı tarafından açılan 500.000 liralık tazminat davasında 100.000 liraya hükmetti, henüz gerekçeli karar açıklanmadı, açıklanınca istinafa gideceğiz. Usul ve esasa ilişkin bir çok yanlış var. Bozulması muhakkak gibi, normal şartlarda ama ne olacağını göreceğiz.

Ceza Mahkemesinde henüz ilk duruşma yapıldı.... Mart ayına gün verildi."

81 vilayette suç duyurusunun bir örneği var mı bilmiyorum. Varsa ona da bakmak lazım.
Önce davanın açılış sürecini hatırlatmakta fayda var.
İstanbul Sözleşmesi'nin tartışıldığı dönemi hatırlamak gerekir. Tam o sıralarda Dilipak tarafından çok defa açıklama yapılarak izah edilmeye çalışılmış olsa da farklı yorumlanmaya açık birilerinin üzerine alındığı anlaşılan "maksadını aşan" bir ifade kullanmasıdır. Olabilir insandır hatadan müzenezzeh değildir.

İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen sözleşmenin  sadece Müslüman toplumun inanç gelenek ve kültürüne, genel kabul görmüş ahlak kurallarına da ters olduğu gibi Avrupa ülkelerinin çoğu da böyle yorumlamış olmalı ki İstanbul Sözleşmesi'ni Avrupa ülkelerinin yarıya yakını onaylamadı.

Bizde tam tersi bir durum oldu. Toplumun inanç ve genel ahlak kurallarını öncelemesi gerektiğine inandığı iktidar tarafından imzalandı. Adına İstanbul Sözleşmesi denilmesi ayrıca Türkiye'ye önderlik yaptırmak sureti ile de o kadar stratejik davranılmıştı ki diğer İslam ülkelerinde de bu sözleşme "yutturulsun!" Öyle ya sözleşme İstanbul'da yani Türkiye'de imza altına alınmıştı.

Tezgah kusursuz işledi ve Türkiye sözleşmeyi kabul etti. Ancak büyük tartışmalar sonunda yanlıştan dönüldü sözleşme iptal edildi.

Televizyon programı yaptığım dönemde Vizyon programında  bu konuyu TVlerde ilkler arasında tepki veren programı yaptım. Durum vahimdi.

Sözleşmenin iptaline karşı çıkanlar, sözleşmeye sahip çıkanlar ise LGBT dernekleri dışında başta HDP CHP İ.P olmuştur. Bu partiler kadın cinayetlerini İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasına bağlamak sureti ile kendilerine sözleşmeyi savunma alanı açmak istediler sanki İstanbul Sözleşmesi'nin geçerli olduğu zamanlarda kadın cinayetleri yokmuş gibi algı oluşturdular, Oysa kadın cinayetleri daha doğrusu cinayetler toplumsal genel ahlak ve yaşayış konusunda gelinen sürecin sonu idi.

Bir işin doğru olup olmadığını sahip çıkanlardan bile anlamak mümkündür.

İstanbul Sözleşmesi, halkın uyanması sözleşmenin içeriğini öğrenmesi sonucunda halkın tepkisi karşısında kaldırılmışsa da pek çok hukuçunun mütalaasına göre tehlike ve tahribat kaldırıldı diyemiyoruz. Çünkü "sözleşme etrafında çıkarılan Kanunlar ve Erken Evliliği Düzenleyen Kanun gibi düzenlemelerden doğan mağduriyetlerin sürdüğü binlerce genç evli çoluk çocuğa karışmış aile ve çocuk babalarının geriye dönük suçlanmaları sebebi ile hapislerde çürümekte oldukları ailelerin ve çocukların perişan durumda oldukları" çeşitli dernekler tarafından ısrarla dile getiriliyor.

Bu genel bilgiden sonra gelelim Abdurrahman Dilipak ile ilgili Ak parti kadın kollarınca Türkiye sathına yayılmış şikayetlere. Öncelikle 81 ili kapsayacak şekilde suç duyurusunda bulunulması özellikle Ak Parti'ye gönül veren seçmenler tarafından anlaşılır ve makul bulunmadığına dair pek çok ifadeye şahit olduğumu belirtmek isterim.

Bütün illerde hakkında suç duyurusunda bulunulan "Abdurrahman Dilipak Ak Parti'nin kuruluşundan itibaren Ak Parti ve sayın Erdoğan'ın yanında yer almış bir gazeteci" olduğunu düşünen pek çok insanın bu mahkemenin sadece Dilipak'a değil bizzat Ak Parti'ye zarar verdiğini düşünüyor olmaları da işin bir başka yönüdür.

Dilipak hakkında  "o da daha dikkatli dil kullansaydı" diye düşünenlerin bile mahkemenin neye karar vereceğinden ziyade "yargılama ve mahkeme sürecini faydalı ve doğru bulmadıkları" kanaatini ifade etmeleri de göstermektedir ki davanın geri çekilmesi insanları rahatlatacaktır. Ak Parti'ye gönül verenler gerekse Abdurrahman Dilipak'ın 28 Şubat sürecinde de olduğu gibi pek çok suçlamaya muhatap olmasını hele hele 28 Şubat sürecinde başörtüsü mücadelesi sırasında yanında yer aldığı hanımefendilerin bazılarının çocuklarının Ak Parti kadın kollarında sayın Dilipakla karşı karşıya gelmeleri de "haklı ya da haksız" bulmanın ötesinde üzüntüye sebebiyet verdiği görülmüştür.

Şimdi sormak lazım bir kişi 81 ilde nasıl ifade verecek 81 ilde nasıl savunma verecek 81 ilde nasıl avukat bulundurabilecek!?

Böyle bir süreç ne için ne maksatla açılmış olabilir!?

"Ak Parti'nin kuruluşundan beri canhıraş bir şekilde partiyi savunan" duayen gazeteci  olarak görülen Dilipak için bu şekilde karşılık ise halk nezdinde "linç" olarak değerlendirilmekte olduğu göz önünde bulundurmalıdır. Zaten böyle bir algı oluşmuşsa mahkemenin vereceği kararın da bir bakıma önemi kalmamış demektir.

Bu konuda gözlemlerimiz "Ak Parti'nin bu tavrının insanların vicdanında özellikle Ak Parti'ye gönül verenlerin vicdanlarında kabul görmediği" şeklindedir.

Bu davanın ne dava edenlere ne de dava edilene bir hayrı olmayacak olan bir dava olarak görülmesi sonucunda ise  "Ak Parti nereye?" diye sorgulanmasına sebep olmaktadır. Buna  ne gerek vardır?


Abdurrahman Dilipak'ın yazılarını beğenmemiş olabilirsiniz. Hatta "gölge etmesin başka ihsan istemez!" diye de düşünenler de olabilir ama bizim gözlemlerimiz  Abdurrahman Dilipak için reva görülen yargılamanın insanların vicdanını kanattığı yönündedir.


Dilipak davasının başka bir vahim sonucu ise; Ak Parti  böyle bir uygulama ile özellikle gazetecilere "ayağınızı denk alın" şeklinde yorumlanması olmuştur. Dava açanların böyle bir amacının olamayacağını düşünmemizin de bir faydası yoktur.


Hani bir şey için şuyu-u vuku-undan beterdir denir ya bu durum için koşuyu-u da vuku-u da birbirinden beterdir dense yeridir.


Abdurrahman Dilipak bu konu ile ilgi olarak; "AK Parti beklemede. Neyi bekliyor bilmiyorum. Sustular. Ben özür dilemelerini beklerim. Özür dilemeyeceklerse bile davadan çekilmeleri gerek. Onu da yapmıyorlar.

Teşkilatlar bu durumdan rahatsız..."

Bizim tespitlerimize göre de Ak Parti'ye gönül vermiş insanların "mahkemelerin geri  çekilmesi" yönünde beklenti içinde olduklarıdır.

Dilipak davasının toplum nezdinde bir bedeli olacağını akıllarından çıkarılmamalıdır.
Sonra bir işi olabilir, yapılabilir kılmanın bir neticesi de "örneklik" teşkil etmesidir.

Duayen gazeteci fikir adamı mahkemelerle meşgul edilmemelidir. Dava geri çekilmelidir.

Hele hele kanunlarla çok defa sıkıştırılan şiir okumasını yorumla suça dönüştürülmesi ile zorlu günler yaşayan siyasal geçmişe sahip olanlar böyle uygulamaları mazur görmemeli.

Dilipak davası böyle sürdürülmeye devam edilirse hukuki sonuçlarını bilemem ne olur ama bizde bir söz var "iki testi çarpışırsa birisi kırılırsa diğeri çatlar" yani her iki taraf da zarar görür. Buna gerek olmadığına inanarak daha sağ duyulu olmaya, daha tahammüllü olmaya insani "kusurları açmak yerine kusurları örtmeye" ve suhulete ihtiyaç vardır.

"Haklı haksız kusurlu kusursuz olmak cezaya düçar olmak ya da olmamak" da bir noktadan sonra bir anlam ifade etmemektedir.

Zihinlerde ve gönüllerde bıraktığı iz daha derin olabilmektedir.

Şimdi mahkemelerde karşılaşma değil kucaklaşma ve helalleşme zamanıdır.

Bizim yapmak istediğimize gelince;

Dostluğun gereği olarak doğruluğuna inandığımız konularda uyarı ve tekliflerde bu bulunmaktan ibarettir.

Kalın sağlıcakla

Vesselam

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar