“Tarihi güçlüler yazar, güçlüler yapar” fikri yaygın bir fikir. “Güçlü olmazsanız, yok olursunuz” fikri de hemen ardından gelen bir başka ayartıcı yaklaşım biçimi.
Gücü kutsayan, insanı gücün, güçlü’nün kölesi olarak gören insan adına, tabiattaki bütün canlılar adına ürpertici yaklaşım biçimi bu.
Gücü kutsamak, hele de maddî gücü putlaştırmak, insanı da, hakikati de bütün canlı hayatını da yoksaymak, Darwinyen orman kanunlarıyla dünyaya hükmetmenin, gücün önünde boyun eğmenin ve eğdirmenin normal / meşrû bir davranış olduğunu kabul etmektir. Ki bu, insanın insanlığını yitirmesi ve azmanlaşması, dünyanın ruhunu yitirmesi ve makinalaşması sonucunu doğurur. Oysa dünyanın cehenneme dönüşmesinin temel nedeni budur.
O hâlde tarihin ne olduğu, dahası tarihi, gücün tarihi olarak görmenin insanlığa nasıl pahalıya patladığı meselesi üzerinde derinlemesine kafa patlatmak zorundayız.
TARİH DE, ZAMAN DA İCAT EDİLDİ!
Tarih, modernlerin icadıdır. Dünyaya, eşyaya, daha bilgece bakabilen, kadîm geleneklerle temas kurabilen bir zihin, meselâ Heidegger, o yüzden olsa gerek, “tarih diye bir şey yoktur”, “tarih icat edilmiştir”, diyecektir.
Zaman da icat edilmiştir modernler tarafından.
Zaman, tarihin ruhudur oysa. Ama zaman, tarihin, modem tarihin kölesi hâline getirilmiş ve öldürülmüştür. Zamanı tarihin kölesi yapan akıl, insanı, bütün varlığı modernlerin / Batılıların kölesi yapan saldırgan, kartezyen, çatışmacı akıldır.
Modernler, tarihi hem kutsadılar hem de durdurdular. Tek taraflı olarak durdurdular insanlık tarihini. Tarihi yalnızca Batılılar yapıyor ve bütün insanlığı önüne katıyor, sürüklüyor son iki asırdır…
Asya’nın tarihi durdu, Afrika’nın tarihi durdu, Latin Amerika’nın tarihi, dünyası, her şeyi tarih oldu, yok oldu.
Osmanlı durduruldu, Balkanlar kıyıya vurdu, Araplar savruldu, Türkler tarihin kayıp çocukları oldu, dünyadan ruh kayboldu, dünyanın dengesi bozuldu, insanlık iki büyük paylaşım savaşıyla mahv u perişan oldu!
TARİH, İNSANI ÖZGÜRLEŞTİRMEKTE DEĞİL TABİATI VE İNSANLIĞI KÖLELEŞTİRMEKTE KULLANILDI!
Tarihin icadı, diğer medeniyetlerin üzerinde psikolojik, zihnî bir üstünlük kurma kaygısının eseri. Şöyle bir mantık işletildi alttan alta burada: Modern Batılı toplum, tarihi yapan tek toplumdur. Modernlerden önce bütün toplumlar tabiatın eseri ve esiriydi. İlk defa modernler, insanı tabiattan bağımsızlaşırdılar, özgürleştirdiler ve tabiat üzerinde hükümranlık tesis etmeyi başardılar.
Tabiat üzerinde hükümranlık kurmak uygarlık mıdır, barbarlık mı, bu sorunun cevabı üzerinde siz düşünün artık!
Modern insan, önce, tabiatı, alt edilecek, dize getirilecek bir düşman olarak konumladı, böylelikle tabiatın rahmet kaynağı, hayatın anlamının şifrelendiği, keşfedilmeyi, okunmayı bekleyen keşfedilmemiş bir kıta, bir kutlu hazine, insana hayatın anlamını kavramasını sağlayacak muazzam bir âyet / işaret, anlam haritası olduğu fikrini yok etti.
Tabiatın alt edilmesi, dize getirilmesi, boyun eğdirilmesi, sömürülmesi ve hatta içinden geçtiğimiz postmodern süreçte görüldüğü üzere, bizatihî tabiatın yok edilmesi gereken bir düşman, ruhsuz bir nesne olarak görülmesi, böylesi bir zihne ve zihniyete sahip bir uygarlığın elbette tarihi güç devşirmek için de icat etmesi mukadderdi.
MODERN İNSANIN TRAJEDİSİ: ÖZGÜRLEŞME ÇABASININ İNSANIN KÖLELEŞMESİYLE SONUÇLANMASI
Batı uygarlığı çatışmaya dayanan bir uygarlık olduğu için önce tabiata sahip ve hâkim olmayı, ardından da tarihe sahip ve hâkim olma kaygısıyla hareket etmeyi meşrûlaştırdı ve dünya üzerinde kurduğu hegemonyayı, önce tabiata, sonra tarihe / zamana, son olarak da insana / insanın eseri medeniyetlere hâkim olma güdüsüyle hareket ederek gerçekleştirmeyi başardı.
Ne başarı ama!
Başta tabiatın, tabiattaki binbir çeşit canlı varlığının, insanın kendisinin, insanlığın medeniyet birikiminin yıkılması üzerine elde edilen başarı başka bir medeniyetin hayal bile edemeyeceği bir yıkımdır, dünyanın cehenneme çevrilmesinin kilometre taşlarıdır bunlar aslında!
Varoluşun temelini hakikatin izini sürme olarak değil de her şey üzerinde hâkimiyet kurma olarak belirleyince, dünyanın cehenneme çevrilmesi, elbette ki, kaçınılmaz hâle gelecekti.
Tabiat, tarih ve insan üzerinde hâkimiyet kurmanın temel gerekçesi, güce sahip olmaktı. Güce sahip olunca, özgürleşecekti insan!
Neyden özgürleşecekti? Önce tabiattan, sonra Tanrı’dan!
Sonuçta, Tarih zamanı kuşattı, ruhunu yok etti ve köleleştirdi.
Peki, insanın güç devşirme sürecinde tarihi kutsaması, insanın özgürleşmesini mi getirdi, köleleşmesini ve dünyayı cehenneme dönüştürmesini mi?
Bu sorunun cevabı çok açık, değil mi?
Tam bu noktada sorulması ve izi sürülmesi gereken soru şu: Tarihi yapan güç müdür, ruh mu?
Facebook Yorum
Yorum Yazın