Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

​Kıymetli genç kardeşlerimize

SAYIN Devlet Bahçeli’nin çok isabetli olarak “gayesini”, “arka plânını”, “mânâsını” sorguladığı ve yol açabileceği sıkıntılara dikkat çektiği eylemlere katılan gençler, ne yaptıklarının şuurunda değiller.

Aldıkları eğitimin bu kıymetli çocuklarımıza, “tarih şuuru” kazandırdığını hiç zannetmem.

Öyle olsaydı, kendilerini politik tartışmaların odağına yerleştirecek eylemlerin içinde olmazlardı.

Biz de genç olduk, öyle değil mi?

“Ailesinin terk ettiği” bir “genç” olarak, İstanbul’da hayat mücadelesi verirken, etrafımdaki “anneli babalı” büyüyen birçok arkadaş, sağ-sol çatışmalarını organize edenlerin oyunlarına gelmişti.

Rabbim’in lütfu sayesinde, bu yollara hiç girmedim, itibar etmedim.

Etrafımdakilere, “Oğlum, kafayı kullanın biraz. Sizi buralara iten birileri, lüks evlerinde, arabalarında sefa sürerken, olan size olacak!” deyip durdum.

Onlar da beni “ot gibi” bir mahlûk olarak gördüler.

Memleketi faşistler ele geçirirken sessiz mi kalacaklarmış ya da komünistler ele geçirirken seyre mi bakacaklarmış!

Sonunda…

Aşırı sol gruplardan birine takıldığı için hayatı perişan olan bir arkadaşı, yıllar sonra Sultanahmet’te gördüm.

Hediyelik eşya satan bir dükkânda çalışıyordu.

Eski günlerden bahsettik.

“Evet Serdar, sen haklı çıktın. Her türlü kavramı, her kutsallaştırılan kişiyi kullandılar. Her şeyi sonuna kadar istismar ettiler ve bizlere çok büyük zararlar verdiler!” diyordu, saçlarına ak düşmüş arkadaşım.

***

Birileri “şartların” olgunlaşmasını bekliyordu ve o arkadaşlarım, bunun farkında değildi.

Heyecanları vardı ama “tarih” bilgileri yoktu ya da “balığın tırmandığı kavak” masalları anlatan tarih yazıcılarına inanmışlardı.

Kendilerini bir alanda geliştirmek, donanımlarını arttırmak yerine, sloganların cazibesine kapılıp gitmişlerdi.

Bilmiyorlardı.

Öğretilmemişti.

İki kutuplu dünyanın “kirli oyununda”, birileri tarafından verilen rolleri, ne yaptıklarının farkına varmadan rollerini oynuyorlardı.

Niyetleri iyiydi kendilerince; memleketin hoşlanmadıklarının eline geçmesinden endişe ettiklerini söylüyorlardı.

Bunun için de, Ahmetler Mehmetleri, Mehmetler Ahmetleri hedef alabiliyordu rahatlıkla.

Karşılarında “satılmışlar” vardı, öyle zannediyorlardı.

Hedef aldıkları kendileri gibi "Anadolu Gençleri"ydi oysa.

Ahmetler ile Mehmetler birbirine giriyordu.

Her iki taraf da kaybediyordu ve Türkiye’yi çökertmek isteyen “perde gerisindeki şer odakları” kazanıyordu.

Ne yazık ki…

O gençlerin bir bölümü, hayatlarını “kör çatışmalarda” kaybetti.

Birilerinin de eğitim hayatları bitti.

İstikballeri karardı.

Birileri, “şartların olgunlaşması” için ateşe habire odun atarken, onlar hep birbirlerini suçlamışlardı.

Oysa…

Bu, her iki tarafın ve sonuçta koca bir ülkenin kaybedeceği bir kavgaydı.

Ve günlerden bir gün…

Tecrübelerin, acıların “Siyaset Dervişi” yaptığı Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Başkan,

“Sokakları, şehirleri bölüşemeyenler 2.5 metrekareyi paylaştı!” dedi.

Siyaset hayatı boyunca, topluma “hilm ve teenni” mesajları verdi.

Bununla birlikte…

Memlekete düşmanlık edenlere hadlerini bildirmek gerektiğinde, bir an bile tereddüt etmedi!

***

Gerilim, çatışma, kavga, hakaret, kamplaşma havası ülkeye kaybettirir.

Birbirimizi yemeyelim beyler, karınlarımız doymaz birbirlerimizi yiyerek!

Şuur yüklenelim Allah aşkına.

Gelişmiş dünyanın bu kadar gerisinde olmamızın en önemli sebebi ”arka plânını kavrayacak“ ilim, irfan, feraset” düzeyinin çok altında kalmamızdır.

Bu oyuna, gençlik yıllarımda değilse bile sonraları, iyi şeyler yapıyorum zannıyla ben de gelmişimdir.

Birileri, laik antilaik gerilimini “servis” ederken, mazlumlara sahip çıkma hassasiyetiyle hata yaptığım da olmuştur.

Bugüne kadar kırdığım hiçbir kalbi tamir edememişimdir.

Ne zaman hilm ve teenniyle hareket ettiysem, kazanmışımdır.

Bir noktada.

Çay demini bulunca…

İnsan, “gösterilenden” fazlasını görebiliyor..

Bu noktada da, gençlere yalvarıyor:

Allah aşkına yapmayın böyle şeyler.

Öğretmenseniz, gençlerimizi milli, manevi değerlerle donatın.

Çiçeği burnunda askerseniz, ülkemizi kuşatan düşmanlara odaklanın, sınır ötesi operasyonlarımızdaki kahramanlarımızı örnek alın.

Polisseniz, vatandaşın huzurunu temin için üzerinize düşenlere odaklanın.

Yargıç, savcı, avukatsanız, “adaletin gereğinin” yerine gelmesi için çırpının.

Hekimseniz, hastalarınıza “şifa”nın vesilesi olmak için uğraşmayı birinci vazife belleyin.

Gazeteciyseniz, memleket üzerine kurulan tezgâhları boşa düşürmeye ne kadar katkınız olabilir, buraya yoğunlaşın.

Tarihteki devlet adamlarımızı birbirleri ile çatıştırmayın.

Ölmüşlerimizi Allah aşkına rahat bırakın.

Onların iyi taraflarını örnek alın, olumsuzlukları ise sadece “ders çıkartmaya” vesile olsun.

Ceddimize hakaret etmeyin, ettirmeyin!

Sloganı boş verin.

Günlük politikadan uzaklaşın.

O politikacı şuna bunu dedi, bu politikacı buna şunu dedi…

Bunlara takılmayın, politikacıdır, bugün öyle der yarın böyle!..

Bir şifa reçetesi;

Her fırsat bulduğunuzda merhumlar merhumeler için dua edin.

Tefekkür edin.

Her fırsat bulduğunuzda, hastanelere gidin, hastaları ziyaret edin.

Tefekkür edin.

Her fırsat bulduğunuzda, tarihimize bakın.

Ders kitabı dışındakileri de inceleyin!

Tefekkür edin.

***

Hiçbir gencimizin kötü niyetli olduğunu zannetmiyorum.

Ne yazık ki, iyi niyet yetmiyor çoğu zaman.

“Okumak” ve “tefekkür etmek” gerek.

Sosyal medyanın anaforuna kapılmamak..

Birilerinin “oyunlarına” gelmemek…

Genç yaşta olgunlaşmak…

***

Hepinize saygılarımı sunuyorum genç kardeşlerim.

 

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar