Batılıların, modern meydan okuma sonrasında bütün dünya üzerinde hegemonya kurmaları, bütün insanlığın hem kendi sorunlarına Batılı seküler zihin kalıplarıyla bakmasına hem de Batı’nın geldiği noktanın ulaşılabilecek en zirve nokta olduğu yanılsamasına kapılmasına yol açtı...
Fiīlî sömürgecilik, zihnî / gönüllü sömürgeciliğe dönüştü.
Her şeyi Batılı gözlüklerle gören, zihnî felçleşme ve aşağılık kompleksi yaşayan gönüllü acentalar cirit atıyor her yerde.
Tehlikeli bir süreç bu.
KUR’ÂN’IN HAKİKATİ VE AKLIN SEFALETİ
Kur’ân hem Hakikat kitabıdır hem de Hakikat’in nasıl hayat bulacağını, hayat olacağını ve herkese hayat sunacağını gösteren zamanlar ve mekânlar üstü, çağlar ötesi İlâhî Hitap.
Kur’ân, bütün’ü verir bize. Aslî olan’ı.
Akıl, zaman’la ve mekân’la kayıtlıdır, bağlıdır.
Akıl, bütünü değil parça’yı, aslî olan’ı değil arızî olan’ı idrak edebilir sadece.
Sadece akıl’la bütün kavranamaz.
Kavranamaz; çünkü akıl, tanımlar ve sınırlar.
Akıl, tek başına Hakikat’i kavrayamaz. Hakikat’in görünümlerini görebilir yalnızca, Hakikat’in kendisini değil.
Eğer akıl, tek başına Hakikat’i kavramaya muktedir olsaydı, Kitaplar da, Peygamberler de gönderilmezdi.
Ayrıca Kur’ân, sadece okunup anlaşılacak salt bir bilgi kitabı değildir; hayata hem mânâ hem de ruh kazandıracak bir Hakikat ve Hayat Kitabı’dır.
Hakikat’e kuru bilgiyle ulaşılmaz. Mesele bilmek değil olmak’tır.
O yüzden Hakikat’e ulaşmak için hem Yol’a çıkmak hem sürgit Yol’da Olmak hem de Yol olmak gerekir.
Yola çıkma aşamasında akıl belirleyici bir rol oynar. Yol’da olmak kalbin, Yol olmak ise ruh’un eseridir.
DİN’İN AKLI, AKL’IN DİN’İ
Din, tanımların ve sınırların ötesine uzandığı için hayatımıza hem mânâ hem de ruh katar.
Akıl’sa, hesap yapar; ölçer-biçer, kesip atar, indirger...
Din, hiç bir hesaba gelmez.
Akıl hesabîdir; din hasbî.
Din’in akla indirgenmesi, akılla sınırlı bir olguya indirgenmesi, dini ruhsuzlaştırır ve hayattan uzaklaştırır sonunda.
Batı’da Protestanlıkla / Modernlikle birlikte yaşanan felâket budur işte.
Kişinin, din’i, kafasına göre, işine nasıl geliyorsa öyle yorumlaması ve sonuçta dine uyacağına, dini kendisine uydurması kaçınılmaz sondur...
O yüzden önüne gelen İncil yazıyor Batı’da.
Feministler, eşcinseller, hatta “ateist papazlar” kafalarına göre incil yazıyorlar...
Bizde de böyle giderse olacağı budur -Allah göstermesin.
DİN’İ HURAFELERDEN KURTARMAK MI, ÇAĞDAŞ HURAFELER ÇÖPLÜĞÜNDE DEBELENMEK Mİ?
Dini hurafelerden temizleyeceğiz diye yola çıkan insanlar, en büyük hurafeye dönüşen akılcılığa, bilime göre dini silbaştan kodlama savaşı veriyorlar.
O yüzden önce hadislere, mezheplere saldırıyorlar, sonra herkes Kur’ân’ı anlayabilir diyerek Hz. Peygamber’i devre dışı bırakacaklar.
Hz. Peygamber’in devre-dışı bırakıldığı bir din, kısa devre yapacaktır.
Sıra sonunda Kur’ân’a gelecek... Âyetler tartışılmaya başlanacak...
Başladı da nitekim. Bazı profesörler, “filan âyet kafama yatmadı benim” diyebiliyorlar!
Sen kafanı değiştir önce, diyorum ben de bu sığ, çapsız kişilere.
Kur’ân’ı sadece akıl’la, bilimle anlamaya çalışmak, aklı da, bilimi de vahyin önüne geçirmektir.
Daha da vahimi, Kur’ân’ı, Müslüman zihnin buharlaştığı, Batılı / seküler modern veya postmodern zihin kalıplarına göre işlediği bir zaman diliminde aklı, bilimi eksene alarak yorumlamak dini din olmaktan çıkarır, hayattan uzaklaştırır.
Her iki durum da İslâm’ın tahrif ve tahrip edilmesiyle sonuçlanır.
KANT’IN TEOLOJİ VE AKIL’LA MÜCADELESİ
Zihinlerinin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüğünü ve aklın, yalnızca mevcut çağın algılama ve düşünme biçimlerini aklamaktan başka bir işe yaramadığını göremeyecek kadar sığ, yüzeysel ve çapsız kişilere damarlarında Gazalî’nin dolaştığı gözlenen Kant gibi çaplı düşünürler esaslı cevapları verirler.
Ne demişti Kant şaheseri Saf Aklın Kritiği’nde: “Din’i kurtarmak için, teolojiden kurtulmak gerektiğini anladım.”
Ve ilâve etmişti: “Din’in önünü açmak için aklı(n alanını) sınırlandırdım.”
Kant’ın modern düşüncenin kurucu babası olduğunu hatırlatmaya gerek yok burada.
Felâketin büyüklüğünü gördü ama önüne geçemedi Kant.
Bizim entelijansiyamız, neyin ne olduğunu görebilecek durumda bile değil hâlâ!
RUHSUZ DİN VE ÇÖLE DÖNEN İNSAN
Akıl’la ribat gerçekleşir. Kalple irtibat. Ruh’la rabıta.
Mesele, köken / mebde meselesidir.
İnsanın ne olduğunu, nereden gelip nereye doğru ve nasıl yol alması gerektiğini köken tasavvuruna sahipseniz idrak edebilirsiniz. Köken şuuruna sahip değilseniz, yola çıkamazsınız; yola çıksanız bile yoldan çıkmanız muhtemeldir.
2500 yıllık Batı uygarlığının seyrüseferi, akılla yapılan yolculuğun, insanın hakikatle buluşmasını mümkün kılmaya yetmediğini çok iyi gösteriyor bize.
Akılla çıkılan yolculuk, akıldışılıkların hükmünü icra ettiği bir felâketin eşiğine sürükledi Batılıları.
Akıl, hesap-kitap yaptı; Heidegger’in “başıboş canavar” diye tarif ettiği, dünyayı bir düğmeye basarak yok edecek, insanı kölesi hâline getirecek, hayatı mekanikleştirecek ruhsuz teknolojilerin, teknolojik silahların üretilmesine yaradı.
Ruhsuz bir dünya icat etti.
Sadece Batılıları değil, Batılıların bütün diğer medeniyetlerin kökünü kazımaları ve Batılı hayat tasavvurunu bütün dünyaya dayatmaları gibi bir saldırganlığı akladı / meşrûlaştırdı; bu nedenle hızla sekülerleşen dünya, insanlığı, tabiatı ontolojik yokoluş felâketinin eşiğine getirip bıraktı.
Facebook Yorum
Yorum Yazın