Demokratik ülkelerde siyasi partiler sistemin vazgeçilmez unsurudur. Her siyasi parti şüphesiz iktidar olmak ve ülkeyi yönetmek ister. İktidara talip siyasi partiler bu amaçlarına ulaşmak için kendi dünya görüşleri çerçevesinde halkın beklentilerine uygun söylem geliştirir ve seçmenin oyunu almak için çeşitli argümanlar üretir. Kendi dünya görüşünün tek başına karşılık bulmayacağı durumlarda da kendine en yakın benzer eylem ve söylemler içinde olan farklı siyasi ortaklıklar da kurabilir.
Parlamenter sistemlerde bu işbirlikleri kimi ülkelerde seçim öncesi yapılıyor. Kimi ülkelerde ise seçimden sonra hükümet kurmak için koalisyonlar kuruluyor. Türkiye’nin parlamenter sistemle yönetildiği dönemlerde de benzer ortaklıklar yapıldı. Seçimden önce ittifaklar kuruldu, seçimden sonra da koalisyonlar. Konuya en iyi örnek 1991 seçimleridir.
1991 seçimlerinde Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi seçime tek çatı altında girerken, bugünkü CHP o günkü SHP, bugünkü HDP o günkü HEP ile seçim ittifakı yapmıştı. Bu ittifaklar kimseye tek başına iktidar getirmediği için de seçimden sonra DYP-SHP koalisyonu kurulmuştu.
Türkiye 2017 Nisan referandumundan sonra kabul edilen Anayasa değişikliği ile 2018 Haziran seçimleriyle birlikte başkanlık sistemine geçti. Yeni sistemin en temel niteliği ülkeyi yönetenin direkt halkın oyuyla seçilmesi ve halktan güvenoyu almasıdır. Yeni sisteme göre her siyasi parti kendine yakın bulduğu ve kendince sebeplerle başka partilerle ittifak yapabiliyor. Üstelik bu ittifakın yasal temeli var. Konumuz eski sistem yeni sistem olmadığı için daha fazla ayrıntıya girmeye gerek yok.
15 Temmuz darbe ve ihanet girişiminin püskürtülmesinin ardından ülkemizde ilginç siyasi gelişmeler yaşanıyor. Hele hele hükümet sisteminin değişmesinin ardından yaşananlar çok daha dikkat çekici. 15 Temmuz maskeleri düşürdü, sağ görünümlü solcular, sol görünümlü sağcılar, ulusalcı görünümlü mandacılar, milliyetçi görünümlü milliyetsizler, dindar görünümlü abdestsizler hâsılı maske takan, takiyye yapan kim varsa ortaya çıktı. Kripto Fetöcüler hariç…
Türkiye’deki siyasal iktidardan rahatsız olanlar bu iktidarın değişmesi için ne gerekiyorsa, kiminle iş tutmak, kiminle bir araya gelmek, hangi birlikteliğe ihtiyaç varsa, geçmişte ne söylediğine bakmadan söylenecek ne varsa söylemekten ve yapmaktan imtina etmiyorlar.
Yemin ederek yalan söylenmesi gerekiyorsa yemin ederek, yalan söylüyorlar. Sabah söylediklerinin tam tersini akşam söylemeleri gerekiyorsa, sabah söylediklerinin aksini akşam söylüyorlar. Sabah milliyetçi olunacaksa olunur, öğleden sonra Kemalist olunacaksa olunur, akşam muhafazakâr olunacaksa hiç fark etmez, gece yatmadan bölücülüğe ihtiyaç varsa onun da gereği yerine getirilir.
Bu kafa ile epey mesafe aldılar, lakin istedikleri noktaya gelemediler ki, bugünlerde farklı arayışlar içine girdiler. Yeniden provokasyon ve toplumsal kaosa yöneldiler. 12 Eylül öncesi benzer senaryolar kendini hissettirmeye başladı. 12 Eylül öncesi sabah sağcıyı vuran silah, öğlen solcuyu vuruyordu. Bugünlerde silahın yerini yumruk aldı. Sabah bilmem kime sallanan yumruk, öğleden sonra başkasına sallanıyor. İşin dikkat çekici tarafı eylem ve söylemler de 12 Eylül öncesine çok benziyor.
Rahmetli Süleyman Demirel’in 12 Eylül öncesi yaşanan olaylarla ilgili “Binaenaleyh bana sağcılar cinayet işledi dedirtemezsiniz” şeklinde bir ifadesi vardı. Bugünlerde de benzer bir durum var.
Bir yandan bazı olaylar üzerinden kızılca kıyameti koparanlar, başka mahallelerde benzer bir olay meydana gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Üstelik bunu yapanlar sözde o meslekle ilgili sivil toplum kuruluşu. İyi Partililer gazeteci dövüyor, tık yok. Gazeteci Emre Erciş sokak ortasında kız çocuğunun gözleri önünde silahlı saldırıya uğruyor, kimse oralı değil. Ne idüğü belirsiz bir olay üzerinden kızılca kıyamet kopartılıyor.
Demokratik sistemde iktidar değişikliği talep etmek en doğal haktır. Türkiye’de bu doğal hakkın önünde hiçbir darbeci bile duramamıştır. Türkiye son 20 yılda en çok seçim yapan, en çok halkoyuna başvurulan ülkelerin başında yer alıyor. Üstelik bu zaman diliminde e-muhtıradan, yargı darbesine, kaos girişiminden fiili darbeye kadar her türlü anti demokratik girişimler yaşandı.
ABD’sinden Avrupası’na Türkiye’de arzulanan iktidar değişiminin nedenine gelince, net bir şey ortaya çıkıyor: Kimse ne Kılıçdaroğlu’nun kara gözüne, ne de Meral Akşener’in kızıl saçına meraklı. Bütün dertleri Tayyip Erdoğan’ın duruşu. Bu duruş en çok kimi rahatsız ediyorsa en fazla onlar iktidar değişikliği istiyor.
Facebook Yorum
Yorum Yazın