Önceki gün Kahramanmaraş’ta güzel bir toplantı yaptık. ALİMBİR’in (Anadolu Âlimler Birliği’nin) başkanı Ömer Faruk Hoca’nın öncülüğünde Ülfet Vakfı Başkanı Abdullah Taylan Hoca’nın güzel ev sahipliğinde dünyanın, coğrafyamızın ve ülkemizin temel sorunlarını mercek altına aldık. Türkiye›nin doğu ve batı bölgelerindeki bütün âlimleri ilk defa bir araya getiren toplantıyı Mahir Ünal bakanımız ve Celalettin Güvenç vekilimiz sonuna kadar sabırla dikkatle takip ettiler, Cumhurbaşkanımız Erdoğan da telefonla bağlandı toplantıya. Bu önemli toplantıyı ve aldığımız kararları daha sonra yazacağım.
Kahramanmaraş’ta bir MTO Talebe Buluşması gerçekleştirdik ayrıca. Ruh dolu, kardeşlik dolu, leziz bir toplantı oldu. MTO Kahramanmaraş temsilcimiz Asım Demirdöğen kardeşimiz çok güzel ve öncü çalışmalar yapıyor ekibiyle birlikte. Meyvelerini birkaç ay içinde alacağız bu çalışmaların ve diğer şehirlerimize de örnek olacak sürpriz projeleri var Asım Bey kardeşimin. Kahramanmaraş, MTO ile entelektüel ve kültürel bir atılım yapacak…
“GERİLEME-İLERLEME” SÖYLEMİNİN AÇMAZI
Ebu’l-Hasan en-Nedvî’nin “Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?” başlıklı bir kitabı var, biliyorsunuz. Güzel bir kitap ama pek çok bakımdan sorunlu. Başlıkta bir arıza olduğunu, kitabın başlığının Batı-merkezci bakışı, dolaylı olarak nasıl yeniden ürettiğini ve meşrûlaştırdığını söylemeye bile gerek yok sanırım.
İlerleme / gerileme söylemi, Batı›nın üstünlüğünü peşinen kabul eden bir hâlet-i rûhiyeye işaret eder. İlerleme maddî ilerlemedir ama manevî, rûhî çöküş ve yıkımdır.
Dünyanın insansızlaştığı, insanın dünyasızlaştığı bir uygarlığın insanlığa armağan ettiği dünya, anlamın, ruhun ve hakikatin de buharlaştığı bir yok-ülke›dir aslında.
Hayat anlamını yitirdi, anlam da, ruh da çekildi gitti dünyadan. Müslümanların maddî güçlerini yitirdiklerini, entelektüel bir kriz yaşadıklarını, sonuçta tarihten çekildiklerini söyleyebiliriz elbette.
Entelektüel kriz’den kastettiğim şey, iki asırdır yaşadığımız ikinci büyük medeniyet krizidir. Elbette ki, medeniyet krizini sadece entelektüel kriz olarak görmek eksik olur. Hem epistemolojik kırılma
(yani Müslüman zihninin çökmesi) hem de ontolojik yok oluş (Müslümanca yaşama zemininin ve Müslüman zamanı’nın buharlaşması) sürecidir.
Gerileme-ilerleme söylemi, yaşanan krizi anlamamızı, anlamlandırmamızı ve aşmamızı mümkün kılmaz, aksine alabildiğine zorlaştırır.
Hem Batılı modernitenin emperyalist saldırılarından hem de İslâm medeniyetinin durağanlaşması, dünyada yaşananları hakkıyla anlayıp cevap üretememesinden kaynaklanan dış ve iç boyutları olan bir kriz bu medeniyet krizi hiç şüphesiz ki.
Batılı emperyalistlerin fiilî ve zihnî saldırıları, Müslümanların kendilerine olan güvenlerini sarsacak yıkıcı bir etki üretti. Ayrıca Batı emperyalizminin İslâm medeniyetini fiilen ve zihnen kuşatması ve kolonileştirmesi, Müslümanların kendilerine olan güvenlerini yitirme ve tarihten çekilme süreçlerini hızlandırdı.
İslâm dünyası maddeten tarihten çekildi, yenilmedi, direniyor, hatta sadece İslâm dünyası kapitalizme ve protestanlaşmaya direniyor, bu direniş, dirilişe ve varoluşa dönüşme imkânına her zaman sahiptir.
OSMANLI DURDURULDU, TARİH DURDU, DÜNYA CEHENNEME DÖNÜŞTÜ
Soru şu: Müslümanların tarihten çekilmeleriyle dünya neler kaybetti?
Hiç tereddütsüz verilecek ilk cevap şu: Müslümanların tarihten çekilmeleriyle dünya dengesini yitirdi, iki büyük dünya savaşıyla cehenneme çevrildi.
Osmanlı, çöküş asrında bile devletler muvazenesinde dünyanın tek denge unsuruydu, barışın teminatıydı. Sultan Abdülhamid, Osmanlı’nın bir dünya savaşına girmesiyle Osmanlı’nın parçalanacağı ve dünyanın dengesinin bozulacağı uyarısını yapmıştı.
Dünyada barışın teminatı olan Osmanlı’nın üzerine üzerine gitti emperyalistler, Osmanlı’yı çökertecek saldırıları içerden ve dışardan harekete geçirdiler.
Osmanlı’ya saldırı, Osmanlı’nın çökertilmesine yol açtı ama dünyayı da geri dönüşü zor bir felâketin eşiğine sürükledi.
Osmanlı’nın tarihten çekilmesiyle farklı dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin kendileri olarak, kendileri kalarak yaşayabilecekleri tek medeniyet tecrübesi Osmanlı tarihten çekildi.
Osmanlı durdurulunca dünya tarihi de durdu. İnsanlık kıyıya vurdu, dünya cehennem nedir, gördü, iliklerine kadar yaşadı.
İnsanlık, insanlığını, insan olma, insanca varolma ve yaşama haysiyetini koruyacaksa bu Müslümanların yeniden tarihin yapılmasında merkezî bir konuma yerleşmesiyle mümkün olacak.
Batılılar, kendilerini adam etmeden, o ham, olgunlaşmamış ama içi boş kibirli kişilikleriyle başkalarını adam etmeye kalkıştılar önce.
Kendileri dışındaki dünyaları, medeniyetleri barbar olarak adlandırıp durdu Batılılar, Greklerden, Romalılardan itibaren.
Kendileri dışındaki toplumları barbar olarak görmek, kendileri dışındaki medeniyetlere hayat hakkı tanımamak barbarlık değil de nedir!
Asıl barbarlık bu değil midir?
Oysa İslâm önce kişinin kendine çeki düzen vermesini, ondan sonra dünyaya çeki düzen verme hakkına sahip olabileceğini öğütler. Aslında İslâm’ın insandan istediği şey, dünyaya çeki düzen vermek değildir hiçbir zaman. Kendine çeki düzen vermek, kendini, nefsini terbiye ve tezkiye etmektir. Hakikate teslim olmaktır. Teslim olduğu için temsil edebilme hakkına kavuşabilmektir.
Hem her şeyden önce sadece kendi ile uğraşan, kendini olgunlaştırma erdemi ile özdeşleşen insan tipi hem de başkalarının haysiyetini korumayı Müslüman olmanın haysiyeti olarak gören insan tipi yalnızca Müslüman insan tipidir.
Özetle… Müslümanların tarihten çekilmesiyle
dünya kendini, ruhunu, dengesini kaybetti.
İnsanlığın kendine gelmesi, gün yüzü görebilmesi, adalet ve merhameti tanıyabilmesi yeniden Müslümanlara, İslâm›ın yeniden çağı, çağ ruhu şekillendirecek şekilde tarihin akışını belirleyecek bir konuma ulaşmasını, kalıcı, uzun soluklu bir atılım gerçekleştirmesine bağlı.
Vesselâm.
Facebook Yorum
Yorum Yazın