Reklamı Geç
SATILIK HABER SİTESİ
YUSUF KAPLAN

YUSUF KAPLAN

Mail: [email protected]

Nebevî soluğun tarihi: Peygamberlerin rahmet şafağı

Nebevî soluğun tarihi: Peygamberlerin rahmet şafağı

Şöyle gireyim yazıya: Hıristiyanlık, tahrif edildiği için kültür dini’dir. İslâm, vahiy dini olduğu için asliyetini muhafaza ediyor, varlığını sürdürüyor….

O yüzden Hıristiyanlığı tarih yaptı, İslâm tarihi yaptı.

O yüzden Hıristiyanlık tarihten çekildi, kilise diye bir heyûla var geride sadece. Ama İslâm, direniş, diriliş ve varoluş biçimleri geliştirerek varlığını ve iddiasını devam ettiriyor...

İSLÂM, DİRİLİĞİNİ VE CİHANŞÜMÛLLÜĞÜNÜ KUR’ÂN’DAKİ KISSALARA BORÇLU

Peki, İslâm bunu neye borçlu?

Kıssalarda gizli olan, kıssalarla yeşertilen, diri tutulan ve bütün zamanlardaki ve mekânlardaki mü’minleri de diri tutan ruha ve bu ruhun verdiği şuura.

Kur’ân’ın zamanlar ve mekânlar üstü kaynağı da, zamanda ve mekânda tatbik edilmesini sağlayan kaynağı da, kıssalardır. Kıssalar, İslâm’ın zamanlar ve mekânlar üstü ilkelerini zamanda ve mekânda peygamberler üzerinde hayata aktarma hikâyeleri / uygulamaları üzerinden anlatır.

Zamana ve mekâna, zamanda ve mekânda meydan okumak, zamanın ve mekanın geçiciliğini zamanda ve mekanda gerçekleştirmek ancak Rahman’ın kudretinin ve rahmetinin eseridir.

O yüzden Kur’an’daki kıssalar bütün zamanlarda ve mekânlarda yaşayan insanlara zihin’de direniş, zemin’de diriliş ve zaman’da varoluş yolculukları ve bu yolculukların ilkelerini sunar.

Sekülerizm ve din ilişkisini yazacağım bir kaç yazıda.

Önce peygamberlerin tarihte, insan hayatında oynadıkları ontolojik konumu ve sonuçlarını mercek altına almak istiyorum.

PEYGAMBERLERİN TARİHİ, İNSANIN EMANETİ

Tarih, peygamberlerle başlar. Tarihi gerçek anlamda peygamberler yapar. Zira

Peygamberlerin devrede olduğu tarihte insan, öznedir; o yüzden tarihi insan yapar.

Eğer tarihten peygamberleri çıkarırsanız, insanı evrimin insafına terkedersiniz ve tarihin kölesi yazarsınız. Kaçınılmazdır bu.

İnsanlık tarihini peygamberleri devre dışı bırakarak yazmak, insana da, bütün varlıklara da, seni, beni, her şeyi yaratan Rahman’a da hakarettir, Rahman’ın rahmetine ise nankörlük etmektir. Alıp verdiği nefesi bile kendi elinde olmayan bir varlığın insan olma onurunu bile isteye hiçe sayması, ayaklar altına almasıdır bu!

Olacak iş değil gerçekten!

İnsan onurunu peygamberler/le korur oysa.

Celâl ve Cemâl Sahibi Allah, “emanet”i (bilme iradesi, melekeleri ve bildiklerini yapma kudreti’ni) insana yükledi.

Emanet, emniyet, iman, mü’min, emin olmak, “güvenmek” fiilinden türeyen bir kaç kurucu kavramdır. Rahmet elçisinin (sav) ifadesiyle “mü’min, kendisine güvenilen ve başkasına güven veren kişidir.”

Tarih boyunca böyle olmuştur istisnaî durumlar hâriç.

Düşünsenize… Yurdundan kovdukları bir peygambere en değerli eşyalarını emanet olarak vermiştir Mekkeli müşrikler. O umut ışığı peygamber öylesine yüce bir nûr / ışık kaynağıdır ki, Mekke’yi terk ederken emanetleri sahiplerine teker teker vermesi için Hz. Ali’yi ölüm döşeğine yatırmıştır. Kendisini öldürmeye gelenler, yatağında Hz. Ali’nin olduğunu görünce şaşkına döneceklerdir!

Emanet hem yük hem de yükümlülük demek. Hakikatin yükü, hakikati hayatta emin bir şekilde tahakkuk ettirme yükümlülüğü.

Biraz daha açarsak… Kendini bilme, fıtratını keşfetme ve hakkaniyetli bir hayat-dünya inşa etme zorlu yolculuğu...

Önce, kendine, içine yolculuk yaparak, kendini inşa etme… Asıl yolculuk içimizdedir ve içimize yapılır çünkü… Enfüs’e ve enfüs’te yani…

Sonra, kendine ulaştığı ölçüde varoluş nizamının anlam haritalarını deşifre etmesi, kendini ve kendi dışındaki âlemin / âlemlerin hakikatini keşfederek (âfâk’ta yolculuk yaparak) halifesi olduğu Allah’ın rahmeti gereği ihsan ettiği ilkeler çerçevesinde bir dünya tesis etmeye soyunması yolculuğudur insanın.

İmtihan yolculuğunu böyle böyle hayata geçirmesi insantekinin…

NEBEVÎ SOLUĞUN RAHMETİ VE İNSANLIĞIN FELÂKETİ

Bu yolculuğun hedefinden ve yolundan sapmadan sürdürülmesi için peygamberler gönderilmiştir. İnsanca yaşanacak dünyayı peygamberler kurar. Peygamberlerin devre dışı kaldığı bir dünya, şeytanın cirit attığı, insanın şeytanlaştığı, azmanlaştığı, haddini aştığı, kendini unuttuğu, hakikati kaybettiği, nefsinin ayartıcı labirentlerinde kaybolduğu, sonunda kaçınılmaz olarak cehenneme çevirdiği bir dünyadır. Tarihe, önyargısız, saplantısız bir şekilde bakın, göreceksiniz bunu.

Çağımız, nebevî soluğun tarihten çekildiği bir ç/ağ. Tarihte nebevî soluğun tarihten çekildiği ender zamanlardan biri çağımız. O yüzden alev alev yanıyor… Kavruluyor… Rahmeti arıyor…

Peygamberler, Allah’ın rahmetinin tecellîsidir. O yüzden son peygamber olarak gönderilen peygamberimiz (sav) bizatihî “rahmet peygamberi” olarak tarif ve tavsif edilmiştir.

Rahmetin nasıl muazzam bir şekilde tecellî ettiğine yakından bakın lûtfen! Peygamberler Allah’ın emirlerini iletecek, siz de o emirlere göre yaşayacaksınız! İlk bakışta, insanı -deyim yerindeyse- “köleleştiren” bir durum varmış gibi geliyor insana. Ama insana, insanın yaratılış özelliklerine, fıtratına iyi bakarsanız, insanın kendi başına hareket ettiği zaman hem nefsinin hem de ürettiği her şeyin kölesi hâline gelen bir zaafa sahip olduğunu görürsünüz. Çağımız bunun ürpertici örnekleriyle dolu.

İnsan, Rabbini tanıdığı, emirlerini idrak ettiği zaman kendini tanıyor, kendini biliyor, kendini buluyor, kendi oluyor ve işte o zaman özgürleşiyor. O zaman tarihin kölesi değil efendisi oluyor. Yeryüzünü cehenneme çevirmekten kurtuluyor, yeryüzünde cenneti inşa ediyor.

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar