Ey oğul, sürüler hâlinde saldırıyor baykuşlar, biliyorum; ama sen bir kelebeksin, bembeyaz rüyaların çocuğu… O usta acem yönetmen Mecid Mecîdî’’nin “Cennetin Çocukları”ndaki çocuklar kadar saf ve temiz. Arı, duru ve diri. Nur yüzlü ninelerin, pırlanta ruhlu dedelerin ve tertemiz bebelerin rüyalarının izini sür sen…
Yürü, ne duruyorsun hâlâ… Takılma çakıl taşlarına…
Baykuş için bidayette vicdan olmadığı için, nihayette cinayet vardır yalnızca…
Baykuş için bidayette adalet olmadığı için nihayette felâket vardır yalnızca…
Baykuş için bidayette hayat olmadığı için nihayette ölüm vardır yalnızca…
Baykuş, kimsesize, garibe vurur… 33 dereceden mason, Siyonist uşağı, İngiliz, Suud ve Amerikan ajanı yapar Kraliçe’nin verdiği İngiliz pasaportunu reddeden senin gibi bir adamı bile! Yolunu bulur böylece…
Baykuş, kördür ve şaşıdır: Görmez: Göremez, çünkü vicdanı yoktur baykuşun… Vicdanı olsaydı bu kadar körleşir miydi kalbi? Öldürülen bebeğe bu kadar sessiz kalabilir miydi? Öldürülen ve sonra da mezarının başında dans edilen âlimi öldürmekle âlemi öldürdüklerini, bunun Alîm’’in gücüne gideceğini, Kahhar ismini davet edeceğini nereden bilsin/di çakal? Alim katledildi, kelebeğin bir kanadı kırıldı. “Sırplardan bile canî bunlar” diyor, şahit; sen de şahitsin buna, duydun artık; oturma öyle kös kös, kanatlarını aç ve uç Rabbe. Sığın. Ve Yakar O’na, nasıl bu kadar vakar sırra kadem basabiliyor, insanların adalet yüreği yerle bir olabiliyor Yâ Rab, diye… Nasıl bu kadar ruhsuzlaşabiliyor ve öldürebiliyorlar hayatı yine? Nasıl?
Elbette ki, baykuşlar için başkaları cehennemdir.
Sen melekût âleminin nezih ve nefis yemişlerinin izini süren öz çocuğusun… İzsürücüsün… Vadideki çakallara takılma… Aldırma baykuşlara… Çakıl taşlarına… Sen yoldaki işaretlere bak… Gittiğin her yere bir damla bal bırak… Bir kâse süt, bir sepet incir koy, bir sepet de yumurta ve zeytin. Ve sonra ey oğul, koyul Sina’ya… Kanatlan Musa’nın yurduna.
Musa’nın asasına kon… Kolu kanadı, kırık kanadı ol Musa’nın… Asası ol… Vur denize, yarılsın yol olsun… sinekleri, böcekleri, bön ve berbat mahlukları yutsun yok etsin. Yer gök, bütün mahlûkat yıkansın, arınsın, dirilsin; her tarafta çiçekler, güller ve laleler açsın yeniden.
***
Sen eleğimsağmaya ve erguvana ve peygamber çiçeğine ve güle ve lâleye konmaya bak…
Gül’e kon ve bülbülün güle olan aşkına katıl, âşık ol: Nasıl inlediğini dinle bülbülün gülün aşkından; nasıl dinlediğini belle gülün, belle ve seyreyle ve sen de gir devreye, dansetmeye: Sevgilinin sevgilisine beslediği aşkın şifrelerini çöz: Pergellerini aç, kanat çırp güle de bülbüle de, gülün ve bülbülün sahibine de.
Anka’sın sen, andavallara aldırma.
Baykuş, köledir, köle ruhludur. Sen efendi (seyyid) ol ki, ey oğul; kanatlarını ufuklara, kutup’lara açabilesin: Yoldaki işaretlerin izini sürebilesin.
Baykuş, adi’dir; sen ali ol ki, ey oğul; ilmin kapısının kilidine talip olabilesin.
Baykuş dişlidir; diş biler, düşman beller her gördüğünü. Sen çileye talip ol ki, ey oğul, dişler kanadının bir çırpışıyla kırılsın, dökülsün, kendine ve dile gelsin, ehl-i dile ve bir gönüle girsin.
Baykuş, mütekebbirdir; sen müteşekkir ol ki, ey oğul, bir kanadın var ve uçabiliyorsun; zaman zaman kanadını yaralıyor olabilir çakallar. Aldırma sen baykuşlara… Baykuştur, vazifesini yapacak.
“Gerçek dostlar yıldızlara benzer, karanlık çökünce ilk onlar gözükürler”, ey oğul, yaz bunu bir kenara ve bir armağan olarak gönder Yusuf’a. Kanatlan ve mısır’a kon, buğday tanesi ol.
***
Bu dünyanın insanları, bir mumun alevi önündeki üç kelebek gibidir, ey oğul.
Birinci kelebek yaklaşır ve der ki: “Ben aşkı biliyorum.”
İkinci kelebek kanatlarıyla birazcık aleve dokunur ve der ki: “Ben aşk ateşinin nasıl yaktığını biliyorum.”
Üçüncü kelebek kendini alevin kalbine atar ve alev alev yanar.
Hakiki aşkın ne olduğunu o bilir sadece.
İşte ey oğul, sen üçüncü kelebek olmaya bak ve kanadını aşk ateşinde yak!
“Canınla süpür cananın kapısını”, ey oğul.
“Nefesini yürümek için sakla, ihtiyacın olacak.”
“Sadece âşık olmayanlar, kendi yansımalarını görürler” her yerde ve zulmü görmezler, göremezler de kendilerine de başkalarına da zulmederler, unutma bu sözü ey oğul. Aldırma baykuşların sürüler gibi saldırmasına; sen kanat çırpmaya bak ufuklara.
Ötelere… ötelerin ötesine…
*
Not: Bu yazım, tam 11 yıl önce bu sütunda yayımlanmıştı. Olduğu gibi yeniden yayımlıyorum. -YK.
Facebook Yorum
Yorum Yazın