Şöyle demişti Bergson: “Her düşünce, temiz bir heyecana dayanan zihnî faaliyetten doğar.”
Bergson, sadece güzel sözler söylemiyordu, söylediklerini yaşıyordu da. Öyle ki, New York’a konferansa gittiğinde, New York trafiğinin durma noktasına geldiği söylenir. Düşünceleri, taze fikirlerin, yemiş veren filizlerin kaynağıydı: Heyecan, coşku, sezginin sınır tanımaz derinliği, fikirlerine gösterilen ilgiyle de örtüşüyordu.
Her düşünüre nasip olmayacak bir ilgi odağı olmuştu Bergson yaşarken.
Tarih, ruh atılımlarının eseridir, demiştim. Temiz heyecanın zihni harekete geçirecek kadar fikre gebe olmasının. Düşünce, düşe düşünce yeşerir, zihne düşünce boyverir, meyveye durur...
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI’NDAN TARİHİN SONU’NUN SONUNA…
Çok değil 20 yıl önce iki Amerikalı adam, iki makale yazdı, dünyanın entelektüel gündemini belirledi, gidişatını şekillendirdi.
Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezi ile Japon asıllı Amerikalı Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi, sadece entelektüel hayatın merkezine yerleşmekle kalmadı, aynı zamanda dünyanın, dünya düzeninin önceliklerini ve stratejik yönelimlerini de belirledi.
Bu makaleler, yayınlanır yayımlanmaz Türkçeye çevirmiş, o zaman İzlenim, Dergâh gibi ilgiyle izlenen dergilerde bu iki tezi ülkemizin önde gelen düşünür ve yazarlarıyla tartışmıştık.
Amerikalı yazarların bu makaleleri sonraları, yazarları tarafından kitaplaştırıldı, bu makalelerde öne sürülen fikirler de başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler tarafından hayata geçirilmeye başlandı.
Fukuyama, liberal kapitalizmin Batı uygarlığının geleceği nihâî noktayı temsil ettiğini, Batı’nın zaferi olduğunu, artık tarihin zirvesine ulaşıldığı için tarihin sonuna gelindiğini iddia ediyordu.
Huntington ise, Batı’nın liberal kapitalizmle ulaştığı nihâî zaferin önündeki tehdidin özelde “sınırları kanla çevrili” İslâm dünyası, genelde ise İslâm-Çin ittifakı veya İslâm-Asya ittifakı olduğunu öne sürüyor, bu özel ve genel tehditle nasıl başa çıkılması gerektiğinin yol haritasını çıkarıyordu.
İkisi de “görevli” adamlardı, o vakitler hazırladığım kitaba yazdığı makalesinde İsmet Özel’in ifadesiyle. Operasyon çekiyorlardı, dünyanın sadece coğrafî sınırlarını değil jeo-kültürel ve teo-politik sınırlarını da çiziyorlardı bu akademisyen kılıklı kişiler.
ÇATIŞMANIN YOLLARI…
Fukuyama, çabuk çarketti! Ama Huntington, tezini geliştirdi, her yerde anlatıp durdu.
Huntington’ın tezi, tam da bütüncül bakışın buharlaştığı, parçalı, dahası izafileştirici bakışın kutsandığı postmodern zamanlarda medeniyet perspektifinin (yani bütünlüklü yaklaşımların) entelektüel ve akademik hayatın merkezine oturmasına imkân tanıdı bir süreliğine de olsa.
Ama akademi, çoktan postmodern izafileşmenin kapanına kıstırmıştı bakışını; oraya hapsoldu.
Siyaset, medeniyetler çatışması tezini aldı, Büyük Ortadoğu Projesi gibi projelerle adım adım hayata geçirdi; İslâm dünyasını paramparça etti, Türkiye’de darbe üstüne darbe tezgâhladı, her tür darbeyi denedi; sonunda güneyden, Doğu Akdeniz’den, Karadeniz’den ve Balkanlar’dan kuşatmaya başladı Türkiye’yi.
TÜRKİYE’NİN YARMA HAREKÂTLARI…
Türkiye, Mısır’la ve Suriye ile ilişkilerinde hatalı politikalar izlese de, son tahlilde, bu çok yönlü kuşatmayı yarmayı başardı: Hem dış işlerinde hem de savunma sanayisinde gerçekleştirdiği gözkamaştırıcı atılımlarla.
Yarma harekâtımız, Soçi’de gerçekleştirilen Erdoğan-Putin görüşmesiyle zirveye ulaştı, meyvelerini vermeye başladı. Putin’in daveti üzerine gerçekleşen görüşme dört saati aştı!
Bu, Türkiye’nin eksen değiştirdiği anlamına gelir mi?
Gelmez; çünkü Türkiye’nin ekseni çoktan kaymıştı zaten!
“Türkiye’nin ekseni Batı değil mi?” diyecek olanlara şunu söylemeli: Türkiye, Batı ittifakının bir üyesi olsa da, Türkiye’nin ekseni Batı değildir, olamaz.
Nasıl olsun ki, seninle bütün uluslararası kurumlarda yer alan, stratejik müttefikin olan ABD de, AB ülkeleri de senin yani Türkiye’nin altını oyan terör örgütlerini açıkça desteklemekten, dahası gözümüzün içine baka baka terör örgütlerine silah göndermekten çekinmiyor!
Daha önce de dikkat çekmiştim: ABD ve AB ülkeleri ile Türkiye, görünüşte müttefikler ama gerçekte düşmanlar: İki taraf da birbirinden emin olmak (birbirinin düşmanlığından korunmak) için müttefiklik oyunu oynamak zorunda hissediyor!
TARİH BİTMEDİ, BİZİ BEKLİYOR…
Tarih, bitmedi. Ne bitmesi, Tarih henüz başlamadı bile! Biz gelince başlayacak tarih.
Biz çekilince durdu tarih: Dünya tarihi durdu, Asya’nın tarihi durdu, Balkanlar, Kafkaslar kıyıya vurdu. Avrupa, ön aldı, her yeri işgal etti, her yere tecavüz etti, kendisi dışındakilere hayat hakkı tanımadı, dünyayı cehenneme çevirdi.
Biz gelirsek, bu süreç tersine çevrilecek. Tarih, başlayacak yeniden. Asya da, Avrupa da, Afrika da kendi tarihini yapacak, insanlık tarihine herkes kendince katkıda bulunmaya başlayacak o zaman yeniden taze bir ruh’la ve heyecanla…
Bizim gelmemiz, bizim kendimize gelmemize bağlı. Biz henüz kendimize gelebilmiş değiliz!
Tarih, bizimle başlayabilir yeniden: Putin, Türkiye’yi Şanghay Beşlisi toplantısına davet etti açıkça. Şanghay Beşlisi, Asya’nın NATO’su!
Türkiye’nin hem Batı ittifakının içinde yer alması hem de Şanghay’a çağrılması, yüzyıllık, hatta iki yüzyıllık kuşatmayı yarmasında önemli bir kilometre taşıdır. Türkiye henüz eksen kuracak hele de eksen olacak bir konuma ulaşabilmiş değil. Hem entelektüel / zihnî duruma hem de siyasî / fiîlî konuma yani.
Türkiye, ruh köklerine dönmeli. Köklere inemezseniz, göklere yükselemezsiniz çünkü.
Türkiye, önce dünyanın denge gücü olduğunu ispat edecek, sonra da son limanı, sığınağı olduğunu gösterecek…
Nasıl peki?
İnsanlığa insanca yaşayacağı bir dünya sunma heyecanı, coşkusu ve ufku armağan edecek, herkesin kendi olacağı, kendi kalacağı ve birbirine açılacağı uzun soluklu, köklü ve kapsamlı bir hakikat medeniyeti fikri sunarak…
Dünya bize gebe, biz hakikate…
Tarih, bizi bekliyor… Bizim önce toparlanıp kendimize gelişimizi, sonra da tarihe girişimizi bekliyor güçlü bir şekilde…
Bugün dünyanın denge unsuru olmaya başlamamız, yarın dengeleri bizim kurabileceğimizin bir göstergesidir.
İyi hazırlanmak zorundayız…
Vesselâm.
Facebook Yorum
Yorum Yazın