Serdar ARSEVEN

Serdar ARSEVEN

Mail: [email protected]

Türkler ve Kürtler… Dikkat!

Türkler ve Kürtler… Dikkat!

Sayın Devlet Bahçeli’nin Teröristbaşı Abdullah Öcalan’a, “Meclis’te Dem Grubu’na gel, terör örgütünü lağvettiğini açıkla!” çağrısıyla başlattığı “terörü bitirme” hamlesinin çok kritik bir aşamasında Hüda Par tarafından organize edilen “çalıştay” büyük tartışmalara, hatta hakaretleşmelere sebebiyet verdi.

En sıkıntılı, en kritik zamanda, iktidar çevreleri birbirlerine girdi.

Hakaretleşmeler havalarda uçuştu!

“Attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değdi mi?” diyesi geliyor insanın…

Ben, “çalıştay”ın hem zamanlamasına, hem de sonuç bildirgesindeki bazı maddelere itirazımı dile getirdim, yazıya döktüm.

Kırmızı çizgilerimi ortaya koydum.

Bunlar Türkiye’nin kırmızı çizgileri, “birlik ve beraberliğin” teminatları.

 “Terörle mücadele”nin tam mânâsıyla başarıya ulaşmasını ve bu büyük belânın artık tamamen ortadan kalkmasını, kaldırılmasını can-ı gönülden istiyoruz.

Bu amaca ulaşmak için atılan adımların, terör örgütü ve uzantıları tarafından adeta bir “pazarlık” imkânı olarak değerlendirilmesi, sağda solda, ileride geride “tehdit” yüklü ifadeler kullanılması da, elbette çok sıkıyor canımızı.

Sırtlarını terör örgütüne dayadıklarını ilan edenlerden gelen “Kobani’de Savaş Türkiye’de barış olmaz!” tehdidi de ne demektir?

Hep daha fazlasını, daha fazlasını talep etmek…

Sınırları, uygulamaları belirsiz taleplerde bulunmak da ne demektir?

Bunlar elbette canımızı sıkıyor.

Bununla birlikte, “Hadi bakalım, biraz daha, biraz daha sabredelim!” diyoruz.

Sağduyu…

Bütün meselelere sağduyu ile yaklaşmak gerek.

Meselelere,

Kürtçülük, Türkçülük, Arapçılık vesairecilik yapmadan bakmak gerek.

Bunun için de…

Sağduyulu seslere çok ihtiyacımız var.

Onlardan ikisi Rahmetli oldu.

Biri, Muhsin Yazıcoğlu Başkan.

Bir cinayete kurban gittiğinden asla şüphe etmediğim Muhsin Başkan ile “Güneydoğu-Kerdeşlik Seferi”ne çıkmıştık, bir vakitler.

Teklif benden gelmişti, Merhum Başkan ve ekibindekiler de hemen “Tamam!” demişti.

Oralara gittik.

Diyarbaķır'da, Şırnak'ta binlerce kardeşimizle buluştuk.

Gece yarıları, meydanlarda buluştuk.

Gördük ki…

Oralarda yaşayan kardeşlerimiz, “ırkçı olanla, olmayanı” çok sağlıklı bir şekilde ayırt ediyorlar.

Bir Şırnaklı Kürt gencimizin, büyük bir topluluğun ortasında, Muhsin Başkan’a hitaben, “Seni severiz Muhsin Yazıcıoğlu, çünkü sen ‘hilâl İçinde gülsün’ demesini ve meydanda toplananların hep birlikte alkışlamasını hiç unutamam.

Bunlar organize edilmiş buluşmalar değildi.

Anlık gelişmelerdi.

Şırnak’taki buluşma mesela, gece yarısı, Merhum Muhsin Başkan ile sohbet ederken, “Şöyle bir çıkalım mı?” dememizle gerçekleşmişti.

Söylenenler tamamen kalptendi.

Kürtlerimiz, Merhum Muhsin Başkan’ı sevmişti.

Niçin sevmişti?

Çünkü, Muhsin Başkan asla ırkçı değildi.

Resmi Dilimizi, bayrağımızı, bölünmez bütünlüğümüzü, üniter yapımızı sonuna kadar savunurdu elbette.

Hem bunu yapardı hem de insanların doğuştan gelen haklarının teslim edilmesini savunurdu.

Bizim için çok önemli olan  bir başka sağduyu abidesi de, Merhum Mütefekkir Mustafa Çalık’tı.

O da, asla ırkçı değildi.

Büyük Milliyetçiydi…

Milli Kimlik hassasiyeti zirvedeydi.

Bununla birlikte; yazılarında, konuşmalarında, Kürtlerin kültürel haklarını da mutlaka teslim ederdi.

Onun, 5  Nisan 2006 tarihli, “Türkler, Kürtler, Kürtçüler, PKK’lılar: İyi dinleyin!” başlıklı yazısı, bugünler için çok yol gösterici.

Hep birlikte…

Şu geniş özeti okuyalım:

Türkler!..

“Müminler kardeştir!” düsturunu asla unutmayın ve terk etmeyin.

Emin olunki, biz inandıklarımızdan topyekûn vazgeçmedikçe veya PKK, Kürtleri Müslümanlıktan çıkarmadıkça ve yahut da hep birlikte tarihimizden ve insanlığımızdan soğumadıkça, barış ve kardeşliğin imkânları tükenmiş olmayacaktır.

Kin ve nefret bizim şiârımız olamaz.

Kin ve nefret sadece kan dâvâsı doğurur.

‘Kan dâvâları’ aşîret dayanışmasını kolaylaştırabilir ama, ‘millî’ bütünlüğe hizmet etmez.

Bu ‘fitne’yi meşru yollarla def edeceğiz!

Kürtler!..

Öncelikle , vatandaşlık ve ‘kardeşlik’ hukukuna bugüne kadar hep sâdık kalmış ‘sâde’ Kürtlere ama, bilhassa ‘tuzu kuru Beyaz Kürtler’e söylüyorum:

Niye sesiniz çıkmıyor?!

Şâyet gerçekten birlikte, barış ve kardeşlik içinde yaşamaktan yana iseniz, daha fazla vakit kaybetmeden ayağa kalkın ve sesinizi yükseltin:

Deyin ki,

“Ana dil ve benzer konularda, şu anâ kadar yapılan ‘demokratik’ reformlarla sağlanan gelişmeler, Kürt gibi yaşamamıza da ‘adam’ gibi yaşamamıza da yeter; kendimizi millî bütünün ayrılmaz bir parçası olarak görüyor, üniter yapı içerisinde, eşit hak ve hürriyetlere sahip vatandaşlıktan başka her türlü tasavvuru reddediyoruz!”

Henüz vakit varken, ‘Kürtçü’lerle aranıza mesafe koyun!

Kürtçüler!..

Anadilinizi ‘resmi’ dil’e çevirme fetişinden vazgeçin! ‘Özel alan’da istediğiniz kadar kullanın, zaten kullanıyorsunuz; ama bu çağda, bu dünyada Kürtçe’ye tutunarak ayakta kalamazsınız! Lengüistik gelişimi  ‘tarihen’ eksik kalmış ve bundan sonra da tamamlanma şansı fazla olmayan bir dille olmaz.

Yazık olur!

Ben kendi köyümün ‘şive’sini Ankara’daki hayatımda nereye koyuyorsam, Kürtçe’yi de sizin için oraya koyuyorum.

PKK’lılar:

Sakın hatırınızdan çıkarmayın; Türkler için Ankara, İstanbul ve Erzurum ne ise, Diyarbakır, Şırnak ve Hakkâri de odur. Dün bir kere böyle idiyse,  bugün bin kere böyledir.

10-15 yaşındaki çocuklara kan ve ölümü sevdirmeye çalışıyorsunuz, hayatı ve insanca yaşamayı küçümseyerek!

Ne uğruna?

Amerika, Araplara bırakmadığı ‘petrol’ü, size mi bağışlayacak zannediyor sunuz?

Bilmelisiniz ki, ‘Batı’lılar sizi Taşnak çetelerinden, Kürtleri de Ermenilerden daha fazla seviyor değil.

Hrant Dink’in de demek istediği bu idi:

“Sizi daha kolay satarlar!”

İhtiyacınız olan şey, ‘konfederasyon’ değil, akıldır!

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar