….Endülüs Devletinin yıkılmasından sonra o ihtişamlı medeniyetin kırıntıları dahi bir kez olsun görülememişti. Peki İspanya’daki ihtişamlı medeniyet kim/kimler tarafından nasıl gelmiş/getirilmişti?…
Bütün insanlığı ilgilendiren bir konu olduğuna inandığım Endülüs İslam Medeniyeti’ni hep birlikte öğrenmeye devam ediyoruz.
“Batıya muazzam faydaları olan Endülüs Medeniyeti nasıl oluştu?”
Medeniyetin oluşmasında kimlerin katkıları oldu?
Bazı kaynaklarda Hz. Osman zamanında Endülüs’e gidildiğinden bahseder tarihçiler. Endülüs Medeniyeti söz konusu olunca Musa İbn Nusayr’dan söz etmemek haksızlık olur kanaatindeyim. Kendisi Kuzey Afrika’da önemli fetihler gerçekleştirmiş, birçok “berberinin” kölelikten kurtulması ve Müslüman olmasında önemli katkıları olan cengâver bir komutandır.
***
Berberilerden olan Müslüman olduğu için kölelikten azad edilen TARIK BİN ZİYAD, 710 yılında bir rivayete göre İspanya’da yaşayan barışçıl hristiyanlardan Julian (Yulyan) bu coğrafyaya gelmeleri noktasında ısrarcı olur. Musa ibn Nusayr kendisini dinledikten sonra Şam’daki halife Velid’e ulak gönderir, genel cevap olumlu fakat dikkatli olunması noktasındadır. Titizlikle küçük bir birlikle harekete geçildi, yıl 710. İberia Yarımadası’nda incelemeler yapılır.
Bir yıl sonra iş ciddileşir ve 711 yılında İspanya’nın Katalan bölgesine kadar ilerleyerek yerleşik düzen kurulması kararlaştırılır.
Böylece 1500 yılına kadar sürecek “Endülüs Medeniyeti” resmen başlamış olur.
***
Yarımada niteliğindeki Endülüs Medeniyeti’nin kırıntıları günümüzde de devam etmektedir. En önemlisi ise Cebeli Tarık Boğazı ismidir. Fetih komutanın ismiyle anıla-gelen dünyanın en stratejik geçitlerinden birinin ismi aslen berberi bir köle olan, İslamla şereflenmesinin ardından yüce yaratanın fazlı keremiyle ismi dünyanın en önemli bir yerinde yüz yıllardır anılması gerçekten akıl sahipleri, için çok manidardır.
Aynı Habeşli Bilal gibi! O çağda üstün medeniyet olan Habeşistanlı Bilal, Arap yarımadasında köle olarak satılır. Kafir/müşrik bir adam O’nu satın alır, Müslüman olduğunu öğrenince epey işkence yapar. Hatırlarsanız “Çağrı” filminde de konu anlatılıyor. Kısaca; zahiren bakıldığında Üstün bir medeniyetten Arap yarımadasına köle olarak gelmek hoş bir durum değildir. Lakin Habeşli Bilal Hz. Muhammed SAV yanında “MÜEZZİN HABEŞİ BİLAL” oluvermiş. Peygamberin müezzini olmakla şereflenmiş, vefat ettiğinde ise Suriye Valiliği yapmış bir kişiydi.
İşte Tarık bin Ziyad da öyle. İslam insana büyük bir onur ve şeref vermektedir.
***
Tarık bin Ziyad düşman komutanı Rodrik’in üzerine kahramanca atılarak ordusuna örnek olan büyük bir mücahittir. Hristiyan ordusu ile Barbata Nehrinin, Janda gölüne birleştiği noktada karşı karşıya gelinir. 25.000 kişilik Rodrik’in ordusu, 7.000 kişilik Emevi ordusuyla savaş başlamıştı. Savaş sonunda Müslümanlar kesin bir zafer kazanmışlardı.
Sonraki yıllarda efsaneleştirilerek anlatılacak olan, İberia Yarımadasının 780 YIL SÜRECEK “Endülüs Medeniyeti” çağı başlamıştı. Savaşın ardından geçen 7 yıl sonrasında bütün yarımada Müslümanların kontrolüne girmiş, Arabistan-Ürdün-Filistin-Suriye başta olmak üzere Müslüman coğrafyasının her yerinden yeni İslam beldesi Endülüs’e göçler gerçekleşmişti.
***
Hz. Muhammed’in SAV vefatından seksen yıl geçmiş olmasına rağmen, Müslümanlar Avrupa’da büyük bir medeniyet kurmayı başarmışlar, bundan yirmi yıl sonra da Fransa’nın Paris sınırlarına dayanmayı bilmişler. Bu olay batılı yöneticilerin gözünde çok büyük bir başarı kabul ediliyordu. Çin Seddi’nden Avrupa’nın ortalarına kadar uzanan coğrafyayı Müslümanlar yönetiyorlardı. Bu yönetici hristiyanlar için korkutucu idi. Lakin hristiyan halk müslümanların yönetiminden oldukça memnundular. Müslümanlar barışçıl yönetimleriyle yaklaşık bin yıl batıda kalacaklardı.
***
Tarık bin Ziyad’ın askerlerinin karaya çıkmalarıyla gemileri yakıp geriye dönmemekte karalılığıyla yapacağı işe inacının büyüklüğünü görebiliyoruz. Karaya çıkılıp düşman ordusu göründüğünde mücahit komutan askerlerine şöyle seslenmişti;
‘Ey kardeşlerim! Görüyorsunuz, arkamızda deniz, önümüzde düşman var. Artık geriye dönüşümüz kalmadı. Düşmana saldırıp bu toprakları almadan başka çaremiz yoktur. Ey mücahitler gaziler! Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Kısa zamanda, düşmana saldırıp, hedefe varamaz isek, kendimizi telef etmiş ve karşı tarafa cesaret vermiş oluruz. Bunun için muhakkak düşmana galip gelmemiz lazımdır. Biliyorum ölümden korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil İslâm’ı yaymaktır. Benim durumum da sizinkinden farklı değildir. Bildirdiğim tehlikeler, aynen benim için de geçerlidir. Kendimi tehlikeden uzak edip, sizleri ölüm ile karşı karşıya getirmiş değilim. Sıkıntılara, tehlikelere katlanmadan, rahata kavuşlamaz. Sıkıntılara katlanın ki, sonunda tatlı meyveleri toplayalım. Halifemiz, sizin yiğitliğinizi, kahramanlığınızı bildiği için, bu işle vazifelendirdi. Yapacağımız kahramanlıkla asırlarca anılacak bütün müslümanlardan hayır dua alacaksınız. Savaşta sizin önünüzde olacağım, bütün gücümle düşmana saldıracağım. Rodrik’i bizzat kendim öldüreceğim, eğer hedefe varamadan şehit düşersem, hemen içinizden birini komutan tayin edin, sakın cihattan geri dönmeyin.’
Bu büyük İslam komutanı ve ordusu büyük bir başlangıca imza attılar. Tarık Bin Ziyad, sonrasında sade bir yaşam sürüp, 720 yılında Şam’da hayata gözlerini yumacak ama ismi belki de kıyamete kadar devam edecektir!
Endülüs’ün büyük bir İslam Medeniyeti olmasında en büyük katkı belki de Tarık bin Ziyad’a aittir…
“Herşeyin bir ömrü var” ile devam edeceğiz!..
Facebook Yorum
Yorum Yazın