Toplumsal bir varlık olarak yaratılmış insanlar sosyal-iktisadi-ahlaki-hukuki konuları hayatlarında dizayn etmek mecburiyetindedirler.
İnsanların inanışı ne olursa olsun yaratılıştan elde ettiği haklar evrenseldir.
Mesela yaşama hakkı kişinin elinden alınamaz.
Dünyaya gelme veya gelmeme seçeneği bireye ait olmadığı gibi dünya hayatının sona ermesi yine elde olmamaktadır.
Yaratan irade sahibi Allah CC. imtihanın sonlanmasına da karar verendir.
Bireyler dünya hayatına başladıklarından itibaren toplumun bir parçası konumundadır. Bu düzeni kuran yine yüce yaratandır. İnsanlar karşılaştıkları olaylara kendisine verilmiş olan irade ile seçme hakkına sahiptir. Bu hak kişinin imtihanını oluşturmaktadır. Elindeki imkânları dünyadaki tasarrufuna göre bireyler, ecir veya ceza elde ederler.
Toplumsal bir varlık olarak yaratılmış insanlar sosyal-iktisadi-ahlaki-hukuki konuları hayatlarında dizayn etmek mecburiyetindedirler. Bu dizayn bazen insanların huzur ve barış içerisinde yaşamalarına, bazen de kan ve göz yaşına boğulmuş dünya oluşmasına neden olmuştur.
Dünyadaki ilk medeniyet merkezi Mezopotamya olmuştur.
Yerleşik düzende ilk medeniyeti kuran ise Hz. İbrahim Peygamber.
Günümüze kadar bir hak merkezli bir batıl merkezli medeniyet süregelmiş.
Hak merkezli medeniyetler “Adil” oldukları için en az Bin yıl kadar hüküm sürmüş, batıl olanlar ise daha kısa ömürlü olmuşlardır.
Hak Merkezli medeniyetler peygamberler tarafından kurulmuş. En son Hz. Muhammed (SAV) Efendimizin kurduğu Medine Devleti hak merkezli medeniyettir. Zaman içerisinde Müslümanlar dünyaya barış ve huzur getiren medeniyetler kurmuşlar, lakin sonrasında çeşitli sebeplerle batının sömürü medeniyetine yerini bırakmış, dünyadaki 60 tane İslam Devleti birbirlerine düşürülerek batı medeniyetinin devamlılığına neden olmuşlardır.
Peygamberlerin kurduğu medeniyetler sayesinde insanlar adeta kendi yaratılışlarının kullanım kılavuzları gibi adalet ile mutluluk içerisinde yaşamışlar. Hz. Muhammed (SAV) Efendimizden sonra başka peygamber gelmeyecek olması Müslümanları karamsarlığa sürüklemesin, zira İslam Dini son din evet doğru, fakat öyle bir sistem var ki Müslümanlar “hep beraber Allah’ın ipine sarılmak” suretiyle dünyaya özlenen huzur ve barışı getirebilirler. Mesela Selahattin Eyyubi’nin kurduğu medeniyet güzel bir örnektir.
Çok Hukuklu sistem yazımıza dönelim.
Medine Devlet yapısı incelendiğinde gayet sade anlaşılır bir devlet yapısıyla karşılaşılıyor. Bir devlet teşekkül edilirken bu sağlanabilir.
Öncelikle Medine Devlet sistemin “çok hukuklu” olduğunu belirtelim. Her kim neye inanıyorsa inancındaki hukuk sistemiyle yaşamını sürdürebiliyordu. Yargılanıp mükafatını alabiliyordu. İsterseler İslam Hukukunu da seçebiliyordular.
Toplumu oluşturan her birey adalet konusunda hakkının verileceği noktasında mutmain olmalı.
Hukuku günümüzde hukukçuların bile anlamakta/anlatmakta zorlandığını düşünürsek, herkesin anlayabileceği sade bir sisteme ihtiyaç olduğu bir gerçek. Ayrıca insanlar yaşamlarına-inançlarına uygun hukuk sistemiyle yargılanabilmeliler.
Hal böyle olunca yaşamına inancına göre yargılanacaklarını bilirler, işleyecekleri suçun ceza karşılığını bildiklerinde ise suç işlememeye dikkat edeceklerdir.
Sadece suç unsurunu değerlendirmek doğru olmaz. Toplumları oluşturan çekirdek yapı ailedir. Aile içerisinde töreye-örf adete ve inanca göre uygulanan kurallar vardır.
Günümüzde de böyle değil mi? Aynı kuralların toplumda da uygulanması hayatın bir parçası olmalıdır. Farkı inanışa sahip kişiler mesela miras dağılımını kendi inançlarına uygun yapabilmeliler. Nikâhlarında yine aynısı düşünülmelidir. Hukuk açısından da asayiş söz konusu olduğunda da yine yargılanmak istedikleri bir seçme hakları olmalı insanlığın. Toplumda inanç farklılıkları insanların en temel hakları kendi inandığı gibi yaşayıp yargılanabilmeleridir. Eğer insanlar inanışlarına uygun bir hukuk ile yargılanırsa o devlette herkesin kendisini bulabileceği gibi adaletin tecellisi de hızlanacaktır.
İsteyen istediği sistemle yargılana bilmelidir. Hayatta elde edilen ecir ve cezaların yaratan ve kuşatan tarafından bir gün karşımıza getirileceği bir an bile unutulmamalıdır.
Böylelikle gerçek hak anlayışının topluma yerleşmesi kolay olacaktır. Her inanışa sahip bireyler devletinin kendisine saygılı olma sebebinden dolayı devletinin devamlılığı noktasında oldukça hassas hareket edecektir. Kendisinde bulunan bir takım meziyetleri üstünlük sebebi görmeyecek ırkçılık-mezhepçilik-inanç farklılığı mikropları da yok edilebilecektir.
Çok hukuklu sistemlerin zorluklarını dile getirenler var elbette, ancak günümüz İngiltere’si tam karşılığı olmasa da örnek gösterilebilir. İngiltere bu özelliğini barındırdığından ötürü “anayasası olmayan devlet” olarak da bilinmektedir.
Bir devlette ne kadar az temsilci-milletvekili- yönetici-memur varsa o derece sade-şeffaf bir yönetim söz konusudur.
Adalet şakaya gelmez hemen haklar taraflara tanzim edilmelidir.
Nasıl ki iş yaptırdığımız işçinin “alınteri kurumadan” hakkını vermek lazım gelmekteyse, adalet daha hızlı tesis edilmelidir.
Çok hukuklu sistem insanlık için en uygun yönetim şeklidir. Günümüzde adliye bilirkişileri sayesinde bir uygulama yapısı kullanıldığı gibi toplumdaki fertlerin yargılanmak istedikleri örf-adet-töre ve inanç sisteminde bilirkişiler ile sorunları çözüme kavuşturmak mümkündür.
Türkiye’mizde yapılmakta olan bir takım yasal düzenlemelerin yedi bölge ve seksen bir ilde yaşayan halkımız için ve dahi bütün insanlığın dünya ve ahiret mutluluğu için “çok hukuklu sisteme” geçilebilir. Böylelikle gün be gün anayasa değişikliğine gerek olmaz. Adaletin tesis edilebilmesi ve uzun ömürlü bir devlet anayasası için çok hukuklu sisteme ihtiyaç var vesselam…
Facebook Yorum
Yorum Yazın