Suriye'de 15 Mart 2011’de Deraa’da başlayan içsel gösteriler tüm ülkeye yayılırken, akabinde başlayan savaş, iç ve dış uzantılarıyla içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağına ve küresel mücadele alanına dönüşmüş oldu.
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, ABD’nin başkanlığındaki koalisyon güçlerinden mülhem 05 Eylül 2012 tarihinde yaptığı açıklamada; “İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, Selahaddin-i Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevî Camii'nde namazımızı da kılacağız” ifadesi beklentilerin aksine boş söylemden öteye gidemeyerek bir bakıma Türkiye'nin bölgesel imaj ve etkisini büyük ölçüde olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir.
Suriye’yi Akdeniz’deki en güvenilir limanı olarak gören Rusya’nın ise Eylül 2015’ten itibaren fiilen Suriye'ye müdahil olması ister istemez olayları daha çetrefilli bir açmaza sürükledi. Erdoğan'ın “eğit-donat” projesi ve Türkiye'nin güvenliği açısından 30 km derinliği önceleyen Suriye politikası, Kuzey Doğu Suriye'de SDG ile işbirliği içerisinde olan sözde müttefik ABD’nin engeline takılıp sonuçsuz kalırken, Kuzeybatı Suriye’de ise; Türkiye’yi ABD’ye karşı kısmen de olsa yanına çekmeye çalışan ve bu yolla NATO’da çatlaklıklar oluşturma çalışan Putin ile dirsek teması içerisinde olmayı kabul etmek durumunda kaldı.
Rusya Federasyonu, Doğu Akdeniz’deki mevcudiyetini ve nüfusunu daha da sağlamlaştırmak için kazanımlarını ve çıkarlarını koruyabilmek amacıyla Suriye’de Beşar Esed’e tam destek vermeyi yeğlerken, Türkiye ise; Beşar Esad rejimine karşı kesin tavır ortaya koymayı ve Türkiye-Suriye sınır hattında Esed'in kontrol alanı dışında kalan alanda Türkiye ile yakın işbirliği içerisinde hareket eden Milli Suriye Ordusu ile alternatif güvenlik önlemleri alarak kısmen de olsa Kuzey Batı Suriye'de bazı bölgelerin terörden arındırılması amaçlandı.
Şimdi ise, ABD kontrolü altında faaliyet gösteren SDG unsurlarının Kuzey Doğu Suriye’deki alan hakimiyetleri ve Tell Rıfat ve Münbiç'te PYD, YPG unsurlarının mevcudiyeti gibi acil çözüm bekleyen birçok girift sorun ortada dururken, barıştan bahsetmek hala çok erken olup, Sayın Erdoğan'ın ne kadar çetrefilli ve içinden çıkılması zor bir yola girdiği bir gerçektir.
Sayın Erdoğan Tell Rıfat ve Münbiç operasyonları için Tahran’daki zirvede gerekli desteği göremeyince bu sefer İran’ı bypass edip direk Putin ile bu işi çözme yoluna girmek durumunda kaldı. Putin ile son dönemde Soçi’de yaptığı ikili görüşme de ağırlıklı olarak bu amaca matuf olup, bu ikili görüşmeden sonra Doğu Perinçek’in de Putin’in inisiyatifi dahilinde Beşar Esed ile görüşme yolunda adımlar attığı söylenebilir.
Sayın Erdoğan'ın Ukrayna ziyareti dönüşünde gündeme dair açıklamalar yaparken “Mesela gönül arzu ederdi ki İran’la da oradaki bu çalışmaları daha etkin yürütelim ama bu olmadı” ve “İran’ın da Suriye'deki planını biliyoruz” şeklindeki açıklaması, Suriye’de İran olmadan bir çözüm arayışı içerisinde olan ve Suriye’de İran’ın varlığını istemeyen İsrail’e bir gönderme niteliğinde olsa gerek. Hiç şüphesiz ki İsrail, Suriye’deki gelişmeleri Rusya ile hareketle, kendi kontrolü altında tutarak Türkiye ve Esed'in yaklaşmasını arzu ettiği ortaya çıkmaktadır. İsrail, benzer şekilde savaşın başından beri birlikte hareket etmekte olduğu Ukrayna’daki çatışmaları sona erdirmek amacıyla BM Genel Sekreteri ile birlikte Sayın Erdoğan'ın Liviv’e gitmesini de Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin bir devamı olarak görmek gerekir kanaatini taşıyoruz.
Gelinen noktada Esed, Putin’in gücüyle sağlamlaştırdığı mevcudiyetinin rehavetiyle Türkiye ile masaya otururken kendi kurallarıyla kartları yeniden karmaya çalışacağı malumun ilamıdır.
Sonuç olarak, Akdeniz’deki varlığını ve nüfusunu korumak amacıyla Esed yönetiminin mutlak suretle ayakta kalabilmesini çıkarları için vazgeçilmez olarak gören Putin’in, Kuzey Doğu Suriye'de birkaç yıldan beri Tell Rıfat’a operasyon düzenlemek isteyen ve Esad yönetiminin kendi halkına karşı uyguladığı şiddet politikalarını , milyonlarca kişinin de başta komşu ülkeler olmak üzere birçok ülkede sığınmacı konumuna gelmesini en sert zeminde eleştiren Sayın Erdoğan'ı kendi politikasına eklemlemesini ;“Biz milletin partisi olarak buralara geldik. Bizim rotamızı hiç kimse çizemez, istikamet belirleyemez” diye beyan izhar eden Sayın Erdoğan’ın politikalarını çok iyi irdelemekte fayda görüyoruz.
Ez cümle, Suriye ve Irak’taki kaosun nedeni olarak ABD’yi sorumlu tutan Sayın Erdoğan’a, hükûmet tarafından 25 Şubat 2003'te TBMM'ye sunulup genel kurulda reddedilen "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresini hatırlatmada fayda görüyoruz.
Yeniden Refah Partisi olarak, Suriye politikasının İsrail, Rusya ve ABD güdümündeki yaklaşımlarla çözüme kavuşmasının mümkün olmadığını bir kez daha hatırlatır, Türkiye’nin öncülüğünde atılabilecek güçlü adımlarla bölgesel istikrar ve güvenin yeniden sağlanabileceğini bir kez daha ifade etmek isteriz.
Facebook Yorum
Yorum Yazın