19. yüzyılın sonlarına doğru Amerikan Standart Oil Petrol şirketini kuran John Davison Rockefeller, Amerikanın en zengini olarak ortaya çıktı. 1897’de yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi William Mc.Kinley’in ABD Başkanı seçilmesinde öncü rol oynadıktan sonra, he alanda ağırlığını htirmeye başladı.
Özellikle küresel çapta büyük sıkıntıların yaşandığı yirminci yüzyılın başında 1901 yılında Rockefeller Vakfı’nın kuruluşunu gerçekleştirdikten sonra bu vakfa bağlı olarak Rockefeller Enstitüsü’nü faaliyete sokarak sağlık alanında da çalışmalar yürütmeye başladı. Rockefeller, bununla sınırlı kalmayıp oluşturduğu devasa sermaye gücüyle doğal ve bitkisel ilaçlara karşı savaş başlattı ve küresel çapta ilk ilaç sanayinin can damarı sayılan Big Pharma kuruluşunu gerçekleştirdi.Burada çok önemli bir ayrıntının altını çizmek gerekirse Rockefeller, bu alt yapıları oluşturduktan sonra 1918 yılına kadar ilaç sanayi alanında büyük atılımlar gerçekleştirdi. Özellikle lisanslı ilaç üretimi dışındaki diğer doğal ve bitkisel ilaç üretimine yönelik ağır müeyyidelerin konulması ve lisansı olmayan ilaçların tamamen yasaklanması ile ilgili yeni ilaç düzenlemelerinin gerçekleştirilmesini sağladı. Tam bu sıra da Amerika’nın Kansas kentine bağlı Fort Riley’de ortaya çıkan ve pandemik olan İspanya influenza virüsü kısa zamanda İspanya başta olmak üzere küresel çapta yaklaşık 23 milyon insanın ölümüne neden oldu.
O dönemde ABD’nin nüfusu 103.2 milyon iken, bu nüfusun %20’si bu virüs salgınından kısa sürede enfekte oldu. Başka bir ifadeyle Amerika’da her bin kişiden 200 kişi influenza virüsüne yakalandı.
İşte tam bu aşamada çok ilginç bir gelişme yaşanır ve Rockefeller, inflüenza virüsünün tedavisi için gerekli olan antimenenjit serumunu geliştirdiklerini tüm dünya kamuoyuna ilan ederek İngiltere, Fransa, Belçika İtalya ve bir çok ülkeye bu serumdan büyük miktarlarda sevk etmeye başladı.
Rockefeller Vakfı’na bağlı olarak faaliyet göstermekte olan sağlık kurumu bir çok bilim insanını bünyesine katarak oluşturduğu gelişmiş bulaşıcı hastalıklar üzerinde yoğun araştırma çalışmaları laboratuarlar da başlattı.
İşe bu aşamada , Rockefeller Enstitüsü’nde görev yapmakta olan Prof.Dr.Thomas Francis, Rockfeller Enstitüsü adına bulduğu influenza aşısı ile Amerika’nın tıp alanındaki Nobel ödülü sayılan Siyonist bir kuruluş olan Albert Lasker Ödülü’nü 1947 yılında aldı.
Her türlü lisans hakkı Rockefeller ailesinde olan influenza aşısıyla ilgili haberler kısa sürede küresel çapta verilmeye başlandı ve akabinde bu aşıdan ilk etapta bir milyon adet ampül İngiltere’ye sevk edildi. Daha sonra da bir çok ülkeye sevkiyat yapılmaya başlandı.
Şimdi günümüze gelecek olursak, 1901 yılında kurulan Rockefeller Vakfı, Mayıs 2010 tarihin de Küresel İş Network(Global Business Network) ‘tan ünlü fütürolojist (gelecek bilimci) Peter Schwartz ile birlikte “Teknoloji ve Uluslararası Gelişmeler” konulu gelecekle ilgili kapsamlı bir senaryo raporu hazırladı. Bu raporun önemli bölümleri ‘off the record’ olarak gizli tutulmakta olup, raporun geri kısmında ise corona virüsü sonrasını çağrıştıracak gelişmelerle ilgili çarpıcı fikirler ortaya konulmaktadır.
Bu raporun kilit adımında (lock step) , Yeni Dünya Sistemi’nin küresel yönetişimi ve buna bağlı olacak olan ulus- devletlerde otoriteryanizm anlayışlı otoriteryen liderlerin varlığı ön plana çıkmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesi hiç şüphesiz ‘bio terör’ ile mümkün olabileceğinin altı çizilmektedir.
Bu cümleden olarak, pandemik olan korona virüsünün ortaya çıkışından sonra, aynen 1918 ve 1947 yıllarında olduğu gibi, şu anda Amerika’da faaliyet göstermekte olan Rockefeller Üniversitesi bünyesinde yer alan 18 laboratuvar ve 130 bilim insanıyla virüs aşısı üzerinde yoğun mesai harcanmaya başlanmıştır.13 Nisan 2006’da İngiltere’de yayınlanan Daily Mail gazetesinde yer alan bir haberde farmasötik dev şirketlerin insanları ortaya çıkan hastalıklara ancak kendi ürettikleri ilaçların tedaviyi sağlayabileceğine inandırarak milyarlarca dolar kazandıklarına manşetten vermiş idi.
Bu açıklamalardan sonra asıl üzerinde durulması gereken korona virüsü sonrası düşünülen senaryoların nasıl uygulanabileceğidir.
Ünlü İngiliz gazeteci Jacky Law tarafından 2006 yılında kaleme alınan büyük ilaç endüstrisini irdeleyen “ big pharma” kitabı açıkça bulaşıcı hastalıkların nasıl ortaya çıkabileceği ve bu bulaşıcı hastalıklara ilaç endüstrisinin bulabileceği ilaçlarla tedavinin mümkün olabileceği algısı oluşturulmaktadır.
Amerika’da şu anda 1300 lobi şirketi ile Amerikan yönetimleri üzerinde büyük etkiye sahip olan ilaç endüstrisini oluşturan “big pharma”, Temsilciler Meclisi, Senato ve Başkanlık seçimlerinde adaylara büyük maddi katkılar sağlayarak politikalarının desteklenmesini sağlamaktadırlar.
Big Pharma’nın yıllık olarak Amerika’daki doktorlar için promosyon adı altında verdiği ilaçların maliyeti tüm Amerika’daki tıp öğrencilerinin eğitimi için yıllık olarak harcanan miktardan çok fazladır.
Şu anda Washington mahreçli küresel ana akım medyasının korona virüsü ile ilgili servis ettiği haberler tüm dünyada bir korku imparatorluğunun oluşmasına vesile olmaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse, California Valisi Gavin Newsom, haftalar öncesinden yaptığı açıklamada, California nüfusunun %56’sının yani 25.5 milyon insanın korona virüsünden enfekte olacağını ifade ediyordu. Ama gelinen noktada, 40 milyonluk California nüfusundan sadece 15.274 kişinin enfekte olduğu ve bu da nüfusa orantılandığında % 0.04’e tekabül ettiği ve 40 milyonluk nüfusun sadece % 0.0009’unun bu virüsten öldüğü görülmüştür.
Korona virüsünün pandemik olması konusunda ister istemez bir çok senaryo ortaya konulmaktadır.ABD ile Çin arasında yaşanmakta olan ticaret savaşının iyice yoğunlaştığı, İran ile ABD’nin savaşın eşiğinden döndüğü bir dönemde ayrıca Avrupa Birliği ve ABD arasında uzun bir zamandır baş göstermekte olan anlaşmazlıkların iyice uç verdiği bir dönem de İtalya, Fransa ve Almanya’da da yoğun şekilde bu virüsün baş göstermesi dikkatlerden kaçmamaktadır.Özellikle ana akım küresel medyanın sürekli bu virüsün çıkış yeri olarak ‘Çin Virüsü’ ve ‘Wuhan Virüsü’ şeklinde ifade kullanması ve bunun Trump ve ABD yönetimi tarafından da seslendirilmesi gözlerden kaçmamaktadır.
Ne yazık ki bu durum, ülkemiz üzerinde de dip dalgası oluşturmuştur. İlaç sanayi, bir başka ifadeyle büyük küresel ekonomik güç haline dönüşen “Big Pharma” 21. yüzyılı virüs savaşlarıyla yeniden dizayn etmeye ve “Yeni Dünya Yönetişimi”ni ele geçirme yolunda büyük çabalar harcamakta olduğu ifade edilmektedir.
Burada şunun da altını çizmek gerekirse, önleyici tıp konusunda gerekli adımların bir an önce atılması ve sağlık alanında bağımlılığı ortadan kaldırabilecek bilimsel çalışmaların bir an önce en etkin şekilde teşvik edilmesi büyük önem arz etmektedir.
Hiç şüphesiz ülkemizde, korona virüsü sonrası için teslimiyetçi politikalara düçar kalmamak adına her türlü zorluğa hazırlıklı olarak ne gibi önlemlerin alınabileceği şimdiden üzerinde durulması gereken en acil konuların başında gelmekte olduğunu açıkça ifade etmek gerekir.
Facebook Yorum
Yorum Yazın